16 Ekim 2013 Çarşamba

ANLAMAYANA- ANLAMAYCAK OLANA

Sayfalarca, günlerce yazmanın bile anlamı yoktu artık. sen tercih etmiştin bitmeyi. umudu olmayan birinin davranışı olabilirdi bu ancak. umudun yoksa o büyüyü bozabilirdin. oysa sevmenin umudu olmazdı. sadece severken bulabilirdin kendini. şimdi benden defalarca kez farklı biçimlerde yeniden doğurmamı bekliyorsun seni. her sevgili sevdiğinin rahminde büyür oysa. kalp rahminden doğar aşkın. beklersin, sabredersin. çoğu aşk düşük yapar içinde. kanarsın. çoğu aşk kankaybından öldürür insanı. ölürsün. başka aşklara mezar olur için... sen söylersin o anlamaz, seb seversin o anlamaz, sen ölürsün o anlamaz... önemli değildir de aslında anlaması seni. çünkü seb onsuz sevmişsindir onu. çünkü benim özsuyum sensin sevgili...

AİDİYET

Morfinin panzehirinin morfinden yapılması gibiydi bu. Derdim kendimleydi. Sorunum Aidiyet. Hayatım boyunca bu sorunun peşinden koştum. Hep bu soruda takılı kaldım. Hep bu sorudan kaçtım. Şimdi telefonumun bile saatine bakmıyorum. Ayrılırken ait olduğum bu evi daha yeni kabulleniyorum. Ve bu aidiyette mecburiyetlerimle beraber son buluyor. Gözlerimi kapıyorum. Arabaların gürültüsü… bir yerde bir köpek havlıyor, ben görmüyorum. Görmeden yazıyorum, görmeden yaşadığım gibi. Gözlerim inançsızlığa kapalı. Nefesim kesiliyor. Kendimi dua ederken buluyorum. Dualar dilimden dökülüyor. Ben ağlıyorum. Ağlamanın fayda etmediği zamanlardayım, ağlamak fayda etmiyor. Acı çekenin bahanesi çok olur. Acı kendini çıplak hisseder çünkü, hep bir kılıfa ihtiyaç duyar. Utangaçtır acı. Çekingendir. Ve çok mazlumdur. Kıyamazsın. Acı öyle bir yakar ki seni ne isterse razı olursun. Dersin ki O’nun yüzünden. Ben diye bir şey yoktur acının içinde. Sen vardır biraz belki ama genelde O’dur. Belki biraz ıhlamur iyi gelir acıya, bir sıcak su torbası, hafif bir müzik ve bir battaniye. Şımarır bu kez acı. Daha bir yakar seni acına duyduğun merhamet. İyileşir, tazelenir, iyice yerleşir içine. Sonra seni hiç terk etmemeye karar verir. Kimler kimler gitmiştir de acın senden hiç vazgeçmemiştir. Acına bile kıyamıyorsundur sen aslında. Sanki dünyaya kıyamamak için geldin… Bunca kıyımın orta yerinde, en çok da sana kıyarlarken sen kıyamazsın hiç kimseye ve hiçbir şeye. Herkesi anlarsın ve affedersin içinde. Bu kötü gelir bazılarına, bazıları imrenir buna, bazıları anlamaz, bazıları zorlar, sen bazılarına bakarken bulursun kendini. Yaptığının yeryüzüne dağılış biçimi seni O yapar. Bir tek kendine O değilsindir. Unuttun mu acını bile bu yüzden sevdin sen? Şimdi kayıpsın artık. Nereye gidersen git, kimin kapısını çalarsan çal aradığın kendinsin. Özlemek diye bir duyguya isyandasın. Şimdi senin için susma vakti. Kelimelerin tükendi, belki bir cigaran olsa devam edebilirsin. Ama şimdi susma vakti. Bir yudum kahve alıyorum. Sonra bir mum daha yakıyorum. Gözlerim kapanıyor. Uykum var. Gözlerim kapanıyor. Uyuyorum. Muma uzanan elim yanıyor. Kendime doğru kanıyorum. Bütün yangınlar içimde başlıyor sanki. Sanki hiçbir şey başlamıyor. Gözlerimi kapıyorum. Bir cigara olsa diyor iradem bana sesleniyor. Şahsına münhasır bir cigaram olsa şimdi diye zonkluyor beynim. Uyuşmak istiyorum, uyuşsam diyorum en masum halimle kendime, birazcık çok azcık… aklım kendiyle kavga ediyor. Sesim kısık içimde bile duyamıyorum. Acaba diyorum sonra gerekten yaptım mı? Bu sanrıya hep cevap arıyorum. Sanrılarımın çoğaldığı günlerdeyim. Hep sanıyorum. Öyle olmasından emin olmak beni korkutuyor… Bir şeyin net olmasından daha kötü ne olabilir ki? Netlik bitirir her şeyi. Zamanın hangi dilimindeysen o dilimin önemi biter. Beklemek hep güzeldir, emin olmadıkça umudun vardır. Huysuzluğum hep bu yüzden. Ben herkesi emin kılarım kendimden. Nettir insanlar benimle ilgili, o yapmaz, o gitmez, o affeder, o konuşur yine, birazdan geçer siniri… Ama ben sevmem kimse hakkında emin olmayı. Bir gün sevdiğimden ertesi gün nefret etmelerim hep bu yüzden. Hem sonra kediler var bir de. Nerden aklıma geldiler şimdi anlamadığım. Kedi alacaktım evime, birlikte yaşayacaktık. Erteledim, ertelemek büyük bir kibirdi oysa. Ve şimdi ertelenmişliğin bittiği yerdeyim. Bütün yollarım kapalı. Bütün çarelerim tükendi. Zorundayım ve zorunda olmaktan hep korktum. Senin kontrolünde olmayan her şey korkutucudur çünkü. O diye birini bulmak zorunda bırakır seni zorunluluk. O’nun yüzündendir her şey, zorunluluğu yaratan kişi yüzünden. Bu kolaydır… Gözlerimi açıyorum. Ellerim acıyor. Gözlerim ve yüreğim. Keder ve acı doluyum. Her yanım her duygum acı çekiyor. Nefretim bile acıyor içimde. O diye biri var herkesin dilinde. Herkes 3. Bir tekil şahıstan yana dertli. Kimi aldatılmış, kimi aldatmış, kimi ölmüş, kimi öldürmüş, kimi terk etmiş, kimi terk edilmiş. Hepsi O’nun suçu. Herkesin kendine ait bir O’su var zor zamanları için. Ben bulamıyorum. Bütün suçlar henüz işlenmemişken bile benim yüzümden olmuş olabilir. Mesela Afrika’da bir bebek benim yüzümden ölüyor şu anda, aç. Suriye’de bir delikanlıyı benim yüzümden vurdular. Şekillerin hepsi meçhulde, ben bütün olayların failiyim… Gözlerimi açıyorum. Gözlerimi açmanın fayda etmediği zamanlardayım. Sözlerim kayıp, içim dışım önüm arkam soğuk. Buz kesiyorum. Gözlerimi kapıyorum tekrar ve tekrar. Sanki gözlerim kapalı olsa her şey geçecekmiş gibi. Biri zili çalıyor, bir bebek ağlıyor, biri korna basıyor, bir kadın aynı anda orgazm oluyor. Çığlıklar duyuyorum, sebepleri farklı, tonları farklı çığlıklar. Derken sesler anlamını yitiriyor. Derin bir sessizlik. Kimliksiz kişiliksiz bir sessizlik sarıyor etrafımı. Sözlerim kendi çöplüğüne dönüyor. Onlar da beni terk ediyor. Kapanıyorum, cenin oluyorum yeniden, dünyanın karnına sığmanın peşindeyim, içine almıyor beni. Tüm uzuvlarımı kapatıyorum. Akşam oluyor, sabah oluyor, gece oluyor. Ben kayboluyorum. Bilmediğim bir düşünce labirentinde çıkışı arıyorum…

SEVDADANDIR

Bir acı ki sorma gitsin. İnsan unutmayı nasıl başarır? Unutulmuş bir acı var mıdır? Alışırsın acına. Senin bir parçan olur artık. Acımama halini unutur için. Acıya muktedir bir hayattır bundan sonra yaşayacağın. Ne unutursun artık yaşananları, ne gücün vardır acına acı katmaya. Bir sevda türküsü dolanır diline acıyla karışık. Derdini anlatmanın yollarını ararsın. Konuşursun, yazarsın, içersin, ağlarsın. Geçmez… Hiçbir su söndürmez içindeki yangını. İçin talandır, kendini yeniden çiçek bahçesine çevirecek gücün yoktur, bütün kelebeklerin ölmüştür… Midendeki heyecan krampları yerini acıya bırakmıştır. Bir telefon sesi artık her anını acıtır senin. O’ndan gelmeyen bütün telefonlar canını yakar. Bir şans ve bir şans daha ve belki binlerce şans vermişsindir içinde kendine. Ama kederi baştan bellidir sevdanın. Görmüşsündür, en başında aslında acıyacaksındır. Lakin sevdin ya bir kere değişir sanarsın kederin. Sanki yer yarılacaktır birazdan, razısındır beraber girmek varsa yerin dibine. Ölürsün her saniye, defalarca çıkar canın bedeninden. Nefesin yoktur artık. O’nun günahlarını özlersin. Bin cehennem yanmışsındır O’nunla. Bilirsin yanmanın ne demek olduğunu O yanındayken bile. Daha iyi oldulara, hayırlısı buymuşlara sinir olursun içten içe. Daha iyisini istemiyorsundur ki. O’dur istediğin acısıyla. Bundandır katlanışın, bundandır kabullenişin, bundandır bütün razı oluşların. O gittiğinde ki hali sen ezbere biliyorsundur, çıkmaz aklından. Renk yok, ses yok, ışık yok, karanlığı çok. Yokluktasındır. O’nun varlığı ile pek çoklarına göre griye boyanmış dünyan şimdilerde karanlıktır. Ve sen razısındır turuncunu grilere feda etmeye. Kabulündür. Kendini inkardasındır. O’nun uğruna. O’ndan fazla ne varsa hamuruna katılmış parçalayıp dağıtmak istersin. Sevmesin kimse seni istersin, sevmeye bu kadar açken, O’ndan başka senin uğruna çarpan bütün kalpleri hadsiz ilan edersin. Bütün sesler kesilse sana doğru gelen, sussa dünya O bir yerlerde kim bilir ne anlatıyorken sesi gelse istersin. Yankılar beyninde sana oyunlar oynar, sen bütün oyunların perde arkasında sahneyi çoktan O’na bırakmış bulursun kendini. Bir dolu hayranlıkla izlersin O’nu. Bir bahanesi olsun istersin hayatın, bir bahanesi bir tesadüfü olsun da karşılaşalım. Ve bir gün kıyamet duası ederken bulursun kendini, mahşer günü bir kere daha O’nu görmek umuduyla…

KİBİR

Bütün mesele kabullenmekti. Gördüğünden anladığından başka bir şey olmadığını kabullenmek. En zoru buydu. Kendin için istiyordun daha fazlası olmalıydı. İstese yaparların bu yüzdendi. Değiştirmek zordu oysa unutmuş muydun? Değişmek mi? Değişmek büyük bir kibir problemiydi. Her zaman en iyiyi en doğruyu bildiğini sanan biri, bunca yıl böyle yaşayıp, biri olmuş biri, değişimin kibriyle baş edebilir mi? Hep daha fazlasını isterken en azıyla mutlu olmak büyük bir çelişkiydi. Yapabileceklerinin farkında olmak ve bunun verdiği güvenle ertelemek gibi bir problemi vardı. Çoğu kez. Ertelemek ne büyük kibirdi. Yarından emin olmak ve bunca hayatın ortasında hiçbir yere ve hiç kimseye ait olamamak. Hayat zor değildi elbet, ama hafife alacak kadarda zengin değildi… Tek istediği heybesine doldurduklarıyla başladığı bu kitabı bir an önce bitirebilmekti. Yazmaya başladı birden. Hiç durmadan, çıldırmışçasına yazıyordu. Kimsenin O’na ulaşmasına, O’nu bulmasına izin vermeyecekti, kararlıydı bu kez netti. Net olmak hayatta en fazla zorlandığı kavramdı. Çelişkilerle dolu bir ruh hali vardı. Tıpkı göz rengi gibi. Gözleri ela olana hiç dengesizliğinden ötürü kızılır mı? Çelişik bakıyordu hayata, biraz gülse elasının balı çıkıyordu ortaya, hüzün koyultuyordu rengini, ağlamaya görsün yeşilin bin bir tonu… Fark eden olmuş muydu bugüne dek? Çelişikti bu yüzden, hep psişikti. Çok severken nefret etmesi aniden ve nefret ederken uğrunda ölmeye yeltenmesi hep bu yüzdendi. İçinde hiç büyümeyen bir kız çocuğu ve çoktan büyümüş ununu eleyip eleğini asmış iki dişi yaratık büyütüyordu. Bu içindekilerden yalnızca ikisiydi. İkisi de O’ydu ve ikisine de yabancıydı bir yerlerinde. Ruhu ikisini de sevip ikisinden de aynı ölçüde nefret ediyordu. Hayatı kırılmışlıklarla doluydu bu yüzden. Kendine kurduğu bütün hayatlar kırılıyordu. Kırıldığı yerleri de bırakmayıp ardında, katarak heybesine yeni kırgınlıklara doğru bir dolu yükle heybesinde ilerliyordu. Kırılan yerleri daha bir tamir edilemez oluyordu bu yolculuklarda. Ve kırıldıkça ufalanacağı yerde kırıldıkça çoğalıyordu heybesinde. Kırılmışlıkları yeni kadınlar doğuruyordu içinde. Acı içinde hiç O’nu yalnız bırakmıyordu bu yüzden. Oysa tek derdi an’da olabilmekti. An kadar gerçek olabilmek. O anki yaşında, o anki duygusunda, o anki bedeninde. Oysa O ya çok geçmişteydi ya asla gelmeyecek gelecekte. Ya çok dipteydi kimsenin inip de O’nu çıkaramayacağı kadar, ya çok yukarıda kimsenin erişemeyeceği kadar. Arada kalmayı, anda olmayı bir türlü beceremiyordu. Yazmak O’nu çoğunlukla sakinleştirirdi. Yazmak çoğunlukla O’nu anda kılardı. Çok az yazabiliyordu son zamanlarda. Çok az dökülüyordu yazmak kelimelerinden. Ne zaman yazsa ya dünü ya da yarını yazabiliyordu. Yazıya bile kaçamıyordu artık. Başı dönüyor, elleri titriyordu, bir bayılsa rahatlayacaktı. Bir bayılsa bir daha ayılmayacaktı, bir bayılsa an’a kavuşacaktı. Ama direniyordu işte içindeki kadınlar, alıştıkları düzenden kopmak korkutuyordu. Biri beddua ediyordu bir yerlerde, DUYUYOR. Biri gözünün içine baka baka yalancı, GÖRÜYOR. Biri sevdiğini kokluyor, HİSSEDİYOR. En sevdiği en uzağına düşüyor. Binlerce dua binlerce bedduaya dönüşüyor, kendine dönsün diye sırf. Bir tekerlek sesi umut oluyor, aynı anda elveda hatırlatıyor aynı teker sesi. Bir teker sesi, işte diyor işte, içini titretiyor, geçip gidiyor. Bir teker sesi içindeki bütün sesleri bastırıyor. . .

GEŞMİŞİNE- GELMİŞİNE – GELMEYİŞİNE-GEÇMEYİŞİNE

Birinin geçmişini affetmek mümkün müdür? Geçmişine rağmen sevilebilir mi biri? Yoksa gelmişini sırf bu yüzden geçmişini affedemediğimiz birini çok mu sevmişizdir? İkiyüzlülük müdür ki bu? Hangisi dürüstçe? Birinin hayatında varken, O’na hatalar yapıyorken, O’nu kırıp üzüyorken, O’nu hırpalıyorken, geçmişini nasıl yargılayabilirsin ki? Beklemek en büyük kumardır oysa…. Gelip gelmeyeceğinden bir haber beklersin. Gelince ne olacağından bir haber beklersin. Hangisinin acısı daha katlanılır öğrenmek için beklersin. Gelip gidince yine beklersin. O gider sen beklersin. O gelir sen beklersin, ne zaman gidecek diye beklersin, ne zaman gelecek diye beklersin. Senin payına hep bekleme hali düşer, sarı ışıktasındır… sen hiçbir vakit istediğin anlarda olamamışsındır bu yüzden. Pişman olursun, pişman edersin vakitsizliğini… Payına düşene katlanma durumu vurur seni. Kulaklarından gözlerine ateşler düşer. İçin yanar defalarca, farklı biçimlerde aynı acıyla. Bu yangın seni yok edecektir bir biçiminde. Öyle çok yanarsın, bilirsin bu kez doğamayacaksındır küllerinden. Yandıkça acın artar, yandıkça yanarsın… Acı daha da harlar ateşini, yandıkça yanar, yandıkça acırsın, bir kısır döngü… Gözlerin yanmaya başlar sonra, sözlerin yanar. O’na ait ne varsa içinde yanar. O hiç yoktur aslında, sen sadece yanarsın. Yanmayı seçmişsindir bir kere ahir zaman içinde. Aklın başına gelsin diyedir bütün yaşadıkların, aklını yitirirsin, aklın yanar...

26 Eylül 2013 Perşembe

palyaçoooo

bir perdenin ardındayım şimdilerde... herkesin gülümseyerek baktığı kişiyim ben.. bütün insanlar gibi boyalı yüzüm, birazım kara birazım ak içim gibi aynı...çok canım yandığından çok can yaktım ben de... bunların hepsi insana özgü davranışlar ya bir turuncudur tutturmuşum bir tek o benzemiyor insana onun harici hep yalan hep dolan....bir kız kulesi resmi var elimde içine turuncu saklanmış... bulabildim mi, hayır karası çok kara vahşeti ağır, cildi bozuk, üstü örtülü... hırsı çok egosu çok derdi çok kendi yok... bir varmış bir yokmuş... gökten üç elma düşmüş hepsini ademoğlu yemiş palyaçoya kalmamış....

15 Temmuz 2013 Pazartesi

O Gitti...

En son ona dair yazmışım yine ve yine o gitti, binbir yeminle gitti bu kez, bütün umutları hayalleri de alıp gitti, beni de bensiz bırakıp gitti, nasıl aynı olur şimdi insan öyle delip gitti, deşip geçti gitti, o gitti yine, kanatarak acıtarak ağlatarak gitti, b,nbr yeminle gitti, dönüşü olmasın diye öyle bıkıp gitti, öyle acıtıp gitti, o gitti yine duramadı yanımda tutamadı elimi sevemedi beni, o gitti yine bir kez daha terk etti... ama olsun bu sondu.. çünkü ben de başka ben kalmadı...

6 Nisan 2013 Cumartesi

ARAf

araftayım yine... can yangını ve huzur arası bir yerdeyim. içimde ne çok kelimem var biriken, ne çok doğmayı bekleyen hece sancısı çekmekteyim bugünlerde... aslında anlatmaya değer mi bulmuyorum bilmiyorum henüz. sadece elim ne zaman bloguma uzansa bir tuş sesi ardından bir nokta. çokça zamandır sözlerime hedef oluşturmamıştım. şimdi önüme çıkana hokkalı küfürler yağdırıp, bu sikindirik dünyanızı başınıza çalın demek var ya, sırf hanımlığımdan susuyorum :) sevgili ve pek saygılı dünya, sana katlanmamı sağlayan tek şey ölümün gerçekliği. nasıl olsa bigün bitivereceksin, nasıl olsa sen ne verirsen ver bana hep birilerine eksik vereceksin, ve ben ancak o birilerinin de tamamlanması ile tam olacağımdan sen bana hep eksik vereceksin vurdumduymaz ve umursamaz iştahı kabarık dünya, sen ne zalimlere neler neler verdin de ne zavallılardan neler neler aldın, şimdi seni ciddiye almamakla cezalandırmak vaktidir zaman. ve an,,, o an,,, bazı an,,, onu an,,, sadece an... kelimelerimin küfür denizinde boğulduğunu hissediyorum bazen, susamadığımda anlıyorum ki ben çoktan susmuşum... bir de umut denilen bir şey cebelleş ettin ya başımıza, vay başımıza.... an zaman,,,, oysa tek derdimiz kırılmamaktı, paramparça olmuşluğumuza binbir marsiye bu gece....

10 Şubat 2013 Pazar

AŞK

AŞK ne tehlikeli ne samimi ne güzel ne özel bir kelime. Ama aşk bir kelime olamayacak kadra yaşanmalı insanın içinde. kelimeler dökülememli anlatılamamalı. o yüzden üzülme bence aşka daha vakit var. sana gelen ve senden giden sende kaybolan sadece bir esintiydi aşktan gelen. üzülme aşk bir gün gelir ve hiç gitmez...sen kalbini rahat bırak sadece koşullara ve şartlara bağlı olmasın kalbini özgür bırak aşk kapılarını tırmalasın..

28 Ocak 2013 Pazartesi

Ölüme Gülümsemek

Bir gece acısı sardı içimi İçine yakın bir yerden bir soluk çektim kendime Derken bir baykuşun gözleri deldi geceyi Pusuya yatmış zaman bana yasaklar yazdırıyor Özlemek adını harfsiz bırakmak gibi bir şey Oysa ben başucundan parmak ucuna sevmiştim seni Bir de en çok sözlerim özler sözlerini Sen hiç ayyuka başkaldıran bir isyankar gördün mü? Olur her şey ayyuka çıkar da birgün Sen haksız çıkarsın diye kendine sırf Ben ayyuka başkaldırdım Senin yokluğunu bile savunuyorum Yüreğim ismini kekeliyor yine Acı içeride çokça fazlayken Acın acıma karışıyor Dert değil gidişin oysa Gözlerimin gözlerine ihtiyacı var Hepsi bu... Kabullenip gitmedim diye Kabullenme gitme... Bütün küfürleri boğaza doldurdum bu gece Rıhtımından geçenlere hokkalı tüküreceğim Senin kıyıların bana ait kalmalı Gelip geçenleri kovalayacağım Ya da masallara inanmayalım dersen artık Elmalar düşecek gökyüzünden Sen Adem olacaksın ben Havva Kandırmayacağım seni bu kez Cennette olur birgün bir evimiz Belki 3 belki 5 çocuklu Turuncu laleli bir bahçemiz Ben inandım ya bir kez kavuşacağız diye Şimdi zamandır bizim güzel merhemimiz Oysa şimdi çıksan gelsen Uzatsan ellerini ellerime Ruhun ruhuma değse erise bedenim Oysa şimdi çıksan gelsen Geçmişe geleceğe binbir marziye dizsen Karışsa hayallerin hayallerime Hayat çok kısa sevgilim Bak ben bugün ölüme gülümsedim...

14 Ocak 2013 Pazartesi

kendi cenaze törenimi izliyorum günlerdir...

İçim isyana bulaştı yine, anarşist bir türküdür tutturduğum, kim geçse elime bin parçaya bölmek ister canım, canım yandığından değildir can yakma muradım, hammurabi kanunları var bir de arka sokaklarında ruhumun, isyankar, asi, kendini bilmez bir tavır, suskunluk, çığlık, yoğunluk, yorgunluk de adına ne fark eder, elmaya elma diyen kim, karmaşık ve çoktan kaotik benim sınırlarım, sırların ardında sığınılmaz yanlarım, oysa bir ateş böceği masalı bilirim ben, bir de masallara inanmayı çoktan unuttun, hem hepsi bir araya gelse anlam katar mı kelimelerime, baktım kelime haznem çok, acım çok, açım çok, acıtmışlığım hiç yok, nedenlerime çokça soru buldum, ceplerimde öfke nöbetlerim, hadi kuşanın beni dövmeye hazır eleştirilerinizi, sen şöylesinlerle başlayan bir dizi bunalım, hepsinin adı mutsuzluk, sahi mutsuzluktan umut çıkar mı, hangi harfleri kaldırmışlar benim dünya literatürümden, oysa ben geceleri de severim pek çok, bir de sığınmak diye duygu varmış, ihtiyacı muhaşeret benimkisi, kime gitmeli, canımı yakar mı bütün adamlar, sahi nerede bütün adamlar, adam olmak zor zanaatmış bu devirde, öyle dedi eskiden adamlar, eskiye dönük ne çok şey dedi adamlar, sonra konuşmak kadına yakıştı birden hepsi sustular, kadınlar anlattı, çocuk kadınlar, anne kadınlar, kardeş kadınlar, katil kadınlar, bencil kadınlar, hepsi anlattı, akıttı ruhuma doğru nefrete benzer bir kan, oysa beni kan tutar, bir de kanın tadı çok güzel, hiç ziyan etmeden emmek lazım, vampirin ardında kalan dişlerinden başka ne kalır ardımda, birde suskunluğum var benim, sağır edici, ben sağır oldum....

13 Aralık 2012 Perşembe

KAHRAMAN

Ne zaman canım yansa yazıya kaçarım. Sanki yazınca dağılır acı, sanki yazınca bitmeye başlar... Oysa bu da sanrılarımdan biri sadece, sanki sanmak üzere gelmişim dünyaya... Her gördüğüme inanmak, herkesi içime almak gibi bir problemim var benim esasen. Nedenini henüz çözemediğim ama dostu düşmanı ayırt edemez bir halim var. Ne zaman canım yansa aslında yola çıkmak isterim, ardıma bile bakmadan. Ama cesaret edemem çoğunda, çok gitmişliğim de vardır oysa. Beni neyin tuttuğunu düşünürken prangalarım kendimi olduğum yere... Peki ya aidiyet... Aradığım, anlamadığım, yalvardığım bir kelime bu.... Bu zamanlar bitmeye başladığın da ise, her seferinde içimdeki bir kadını alır gider acı. Diyetidir bu acımın, içimdeki kadınları götürür beraberinde. şimdiden alıştırıyor beni, masumiyetini götüreceğim bu kez diye. Ben direniyorum. Çünkü en sevdiğim kadınlardandır masumiyet. onunla yaptığımız sohbetin tadına doyum olmaz, yaşanır kılan o dur bu hayatı içimde. Masumiyet en sevgili kadınımdır, en lezbiyen yanımdır. o da giderse içimden, ki hazırlanmış belli istemese de gidecek acıyla beraber, bu ortam bu dünya bu benlik değişmek zorunda kalacak yine. Ama hep böyle olmamış mıydı zaten, en son 3 yıl önce acı geldiğinde giderken özgüven kadınımı götürmemiş miydi? Acı canavarı içimde ne vakit uyansa kadınlarım saklanacak yer ararlar kendilerine, masumiyet neden bulamadı ki kendine yer bu kez? özgüven kadınım gittiğinden beri pek bir kimsesiz zaten, pek bir yalnız... oysa acı gelmeden önce kahramanım gelmişti, acıdan beni korur, daha fazla kadınımı almasına izin vermez sanmıştım. ama insanın kahramanın olmasının da bir bedeli varmış, kahramanım gelince çok fazla açmışım ben içimin kapılarını, acı bunu fırsat bilmiş... belki de kahraman kılığında geldi acı bu kez, öyle mi kandırdı beni?

17 Eylül 2012 Pazartesi

RÜYA

öyle insanlık halleri vardır, insanı insan olduğundan şüphe ettiren. öyle yalnızlık halleri vardır ki insanı insan olduğuna inandıran.. insanın halleri vardır oysa... ev hali, aşk hali, hüzün hali, ayrılık hali, arkadaş hali, sevgili hali,iş hali, eş hali, anne hali, evlat hali... bir de bütün halleri bir bünyede taşıyan insanlar vardır. bir yüreğin içinde pek çok yürek taşıyanlar, bir bünyede birden çok kişilik taşıyanlar. mecburen taşıyanlar...

26 Haziran 2012 Salı

BABASIZ KIZLAR BALOSU

O gece buluştuğumuz gece işte, çok uzun zaman sonra buluştuğumuz o gece hayatlarımız çoktan başka yerlere başka hayallere akarken ki geceyi diyorum... ne çabuk büyümüştük biz. ünzilenin hikayesinden değil bizimkisi, varmadan 8'imize ergin olduğumuz hem çocuk hem kadın olduğumuz dışında değil, yoksa töreye kurban edilmedik...edildik mi? biz baba terörüne kurban edilmiştik sahi ya. hayallerimiz, umutlarımız satılmıştı, bir genç kızın hayalleri veya bir çocuğun uçurtma mutluluğu kaç para eder sahi? kaç kadınla yaşanacak kaç orgazm değer bu hayalleri yıkmaya? biz çok güçlü kadınlarız, babalarımızdan daha güçlü, babalarımızdan daha zayıf çocuklarız... o gün sustuğumuz, daldığımız o Salkım Meyhanede ne çok acı birikmişti içimizde konuşmadığımız. acıdaşlar birbirini bulurlarmış, onların arkadaş olmaya ihtiyaçları olmaz çoğu zaman. aradan geçen yıllar, yaşanmışlıklar yıllar sonra karşılaşan acıdaşların arasından zaman mevhumunu kaldırır. o yüzden dost olmaktan da arkadaş olmaktan da bir emilliyi paylaşmaktanda ötedir acıdaş olmak. yıllar sonra aylar sonra belki yaşansa asırlar sonra birbirinin yüzüne bakıp birbirini tanıyabilecek insanlardan bahsediyorum, acıdaşlardan. Aynı umut vardır gözlerinde hepsinin, belki ye dair bir umut. ve aynı öfke vardır keşkeye dair. bir terkedilmiş bir sevilmemişlik bir hiçlik vardır yüzlerinde. gözleri umutla parlarken arka tarafta kalan gözyaşlarıyla anlaşırlar çoğu kez. hepsi başarılıdır acılarına inat, doğuştan bir zekaya sahiptirler ya bazen en çok bundan kurtulmak isterler. sonra taşı sıksalar suyunu çıkarırlar bu hayatın içinde. ama bir pamuk şeker bitiriverir o güçlü yenilmez çocuk-kadınları... hep kendinden çok başlarını düşünmeyi öğrenirsin, tercih edersin belki de. ama sen senin için çok geride kalırsın çoğu zaman. çünkü sen zaten başta baban için geride kalmışsındır. hayat kaynağını annen yaparsın veya varsa kardeşlerin, onlar için döndürmeye başlarsın dünyayı. önüne çıkabilecek her şeye meydan okursun, kimse ama kimse zarar veremez ki artık kadın - çocuklara... kadın- çocuklarda, şefkat vardır, masumiyet, hiç pes etmezler, vicdanları vardır, darmadağanık düşlerini bu hayata süpürge etmişlerdir. kadın - çocuklar, babalarını ne zaman görseler çocuk, babalarından ne zaman bahsetseler kadındırlar. babalarımıza benzeyen bütün erkeklere küfür ede ede içmiştik o gece. bizi sarhoş eden rakı değil acıydı. aynı yerden acıyordu canımız, birbirimizi anladığımız o yerden. biz çok güçlü kadınlarız dediğimi hatırlıyorum veya acıdaşlarımdan birinin dediğini veya hepimizin susupta bunu söylemek istediğini bilmiyorum. biz susmuştuk bir vakit, gözyaşlarımız gücümüzün ne kadar çok olduğunu anlatırcasına aktı...gücümüzün ne kadar olduğunu biz de bilmiyorduk.. Şimdi bu güzellerden biri evleniyor. biz o çok mutlu olsun diye dua ediyoruz. çünkü o mutlu olursa eğer biz tekrar inanıcaz yaşamaya, çünkü sanki o başarırsa biz de başarmayı istermişiz gibi... sanki onun kocası iyi bi baba olursa bu lanet kırılırmış bitermiş gibi, sanki o zaman bütün erkekler babalarımıza benzemezmiş gibi... ellerimde acıdaşımın kınası... hiç sevmem kına kokusunu ama bu kez farklı kokuyo sanki bu kez umut kokuyo sanki...

1 Haziran 2012 Cuma

B-A-B-A-B-A-A

Çocukluğumda aynanın karşısına geçer baba der dururdum. O zamanlarda arkadaşlarıma bunun bir tiyatrocunun diksiyonunu düzeltmede kullandığı bir stil olduğu yalanını uydurmuş ve onları inandırmıştım. Benimle birlikta aynanın karşısında saatlerce ba - ba derlerdi. Benim sesim hepsinden kısık hepsinden pusluydu. Hepinizden özür dilerim sizi kandırdığım için... Birine içinden gele gele dolu dolu ba-ba demek, iki harfi yanyana sıralayıp anlamlı bir bütün oluşturmaya çabalamak çocukluğumun eğlencelerindendi ve enderin üzüntülerinden... O gittiğinde benden bu iki harfi de çalıp gitmişti, bütün çaldıkları bir yana o iki harf büyüdüğümde bile hayatımdaki bütün cümleleri eksik ve acı dolu, buruk ve anlaşılmaz kılmaya yetiyor. ba-ba Sonra dikkat ettim herkesin ba-ba deyişi bir farklı,herkes kendinden ve ba-ba ile olan ilişkisinden bir şey katarak söylüyor bu iki kelimeyi. ba-ba... Evet aradan geçen onca yıl, onca olgunluk,, onca acı seni görüşümle beni tekrar 7 yaşıma döndürdü. Ben tekrar senin o terk edip gittiğin savunmasız kız çocuğu oluverdim. sanki saat 12'yi vurdu büyümek bozuldu... Eminim gözlerinin içine bakıp sana öfkemi kusmamı istiyorsun, eminim bu senin içini rahatlatacak, eminim en azından merhabayı senden esirgemeyeceğimi umuyordun bunların hepsine eminim. Ama öyle olmadı bu kez, bıraktığın kız çocuğu saat 12'yi vurmasına rağmen büyümek bozulmasına rağmen olgunlaştı. Yaş almadı belki ama yaşlandı. Gözleri yaşlandı, kalbi yaşlandı, paramparça ruhu yaşlandı... Ve bu yaşların ortasında sana merhaba diyecek taakati de kalmadı... Sen içini rahatlat diye, sen ba-ba sın diye, artık yaşlandın bir ayağın çukurda diye seni affetmeyeceğim. Yanımda olmayışını değil, kendine kurduğun hayatını affetmiyorum. Bir köpeğe sahip çıkarken kızlarını ba-ba sız bırakmanı affetmiyorum. Bana sarılmayışını, özlemeyişini, kızmayışını, gülmeyişini, hatıralar oluşturmayışını affetmiyorum... Her insanın zihninde ailesine ayrılmış bir hatıra albümü vardır. Kimimiz o albüme en renkli en sevgi dolu fotoğrafları koyarız, kimimiz bir parça hüzün. Benimse seninle ilgili oluşabilen tek bir anım yok o albümün içinde. Sadece kendi uydurduğum ba-ba-kız gezmelerimiz, elimden tutuşun, bana kızışın, benim için endişelenişin, ilk erkek arkadaşıma verdğin tepkin, üniversite diplomamla duyduğun gurur, iyi bir insan olmamla ilgili huzurun... vs. birer anı olmak için o kapıda bekliyorlar. Çoğu kez hayalini aynı biçimlerde kurduğum pek çok anıcık... Şimdi sen yine geldin, şöyle bir uğrayıp kendi hayatının içinde rakını yudumlamak, sevdiğin kadınla sohbet etmek, aileni görmek, sygı duyulmak ve özlenilmenin tadını çıkartmak için geldin. Herkes sana ihtiyacın olan ilgiyi ve saygıyı gösterdi, sanki onca haksızlığı, kırgınlığı sen yapmamışsın gibi. Ama benden bu ikiyüzlülüğü bekleme... Hayatımda tanıdığım en faşist adamsın sen. Ya da tanımadığım... Ba - ba...

22 Mayıs 2012 Salı

bak sana gökyüzünü vermeye geldim çocuk. ellerimde bilinmeyenin sırrı.. sana bu gece açacağım kapıları....

26 Nisan 2012 Perşembe

HEYBE'ye Bir Son Daha

Uzun oldu kitabımı yazıp bitireli. Ama çok fazla sonu var nedense bitmiyor. Bir son daha yazdım, en sevdiklerimden. Paylaşmak istedim, son olur belki.... Korktum... Korkum butun korkuları korkutacak kadar çoktu ıcımde... Ben bu odada kuflenmıs parmaklarmla tukettıgım omrume dair edebıyat parcalarken yan odada zevkten kendini parcalayan genclıgımın sesini duyuyorum. Bir an şehvet içerisinde odaya girip seksın ne kadar dakikalık olduğunu anlatmak gecıyor aklımdan. Kalkıyorum aynayla yuzyuze geldıgım o an yaşlılıgın sadece ıcımdekı gençlik pınarını kurutmadıgını fark ediyorum. Yuzumde heybeme doldurdugum bir dolu pısmanlıgın izleri var, gucsuzum... Her sarılışın ardından bir parçalarını emdıgım insanların kanları karışmış kanıma, tenıme, bedenıme... Hıc kuşkusuz alay eden de çok olmuştur, ciddiye almayan da. Ben gençlik kadar yaslıyım. Şimdi basınızı kaldırıp yüzüme bakmanızın vakti geldi tabıkı. Benim porsumus goguslerım artık sızı heyecanlandıramayacaklar ve bılgelıgım umrunuzda degil elbet. Sizde tıpkı benim bir zamanlar içine dustugum yanılgının içine dustunuz. Hep güzel ve genç kalacaksınız degil mı ? Hepınızı kandırıyorlar. Hayatta kalmak ıcın kendinize oyuncaklar alıyorsunuz.Evler, arabalar, lüks lokantalar yapıyorsunuz. Sırf sevişmek ıcın aşk denilen bısey icat ettınız. Zevk alamadıgınızda ayrılık yalanları uydurup karsınızdakılerden kaçarak uzaklasıyorsunuz Gozlerıme bakın ısrarla Bir hüzun ve kocaman bir umut var bu bakıslarda Ve bu umudu insanın insana binlerce yıldır oynadığı bir oyun olarak gormeyı başarın artık O oyunlrda binlerce anı parçası var İçinde Sevıncı ve üzüntüyü de barındıran Ama zaman O anıların birbirlerini bir daha asla bulamayacakları koca bir karanlık... Sız garip insanlar Yasamakla günah işlemi af dılemeyı dogmayı ve olmeyı iç içe soktunuz ve hep karıstırdınız Yaptıgınızın farkına hep ölmeden önce vardınız Oysa ölmek sadece olum anında gecerlıydı Sız ölümü yaşamın içine kattınız Ben ıstanbulun en çok geceden sabah gecıslerını severım Kul rengınden turuncuya döner yavaşça ama kendinden emin. Gecenin butun kini ve pisliği yerini yeni kınlere ve pıslıklere bırakır bu saatlerde O nöbet degısımlerınde masumdur ıstanbul O saatlerde şehir benim gibi ıssızlasır Bıan durup bakarım hangımız daha boş dıye Ben ıcımde yılları ve yasananları tasırken o içinde yasayanları taşır Ve hep veda etmeye o zamanlarda karar verırım Bildiğim tek şey var Sende yaşamış olmaktan pişman değilim Oysa bir zamanlar olmeyı bile bu vakıtlerde ıstemıstım Ne buyuk yanılgı Artık bitmiş son olarak 3 noktası konmuş kapağı takılmak ıcın hazır beklenen bu kitabın bu yaşam kitabının sonradan okunacak olması kimseyi iyi ya da yetenekli yapmayacak Yasananların yasanmıslıgına ve anıların ıssızlıgına çare olmayacak Okuyucu okuyup yorum yapacak ve kenara koyacak Ben ise sehırle beraber ıcındekılerı taşımaya devam edeceğim....

16 Mart 2012 Cuma

Bitse de Gitsek

Herkesin oykusu onemliydi..

Bulundugum yerde herkes birinci dereceden katilim olma sucundan yargilanabilir. Oysa sonuc benim gitmis olmam ve sonucu umursamadigim gercegini asla degistirmez. Evet uzun bir yol gibi gorunen saniyelik bi yola cikmak istiyorum, olum yoluna...

Kimin ne kadar uzulecegi, benden sonra ne yapacagi, ne kadar harika veya berbat hissedecegi umrumda degil.. Ben gittigimde sadece gitmis olacagim, hepsi bu...

Bu noktaya nasil geldigimin bi onemi yok, cunku zaten artik bu noktadayim ve sebebini bilmemiz bizi daha iyi daha ahlakli daha uzgun veya daha az aci ceken biri haline getirmeyecek.

Bitsede gitsek dedigimde suratima saskin bi ifadeyle bakip olmekten delicesine korktuklarini bildigim insanlarin bu dunya bi masal yalani hic de inandirici degil dogrusu... Zira bu bir sinavsa hepimiz caktik demektir...

Hicbir seyin bizim kontrolumuzde olmadigi bu dunyada yasama fikri delilik olsa gerek, amacsizca birgun daha gecsin diye bekliyoruz.

Kendimizi oyalamak icin satin aldigimiz esyalarimiz ve iliskilerimz var. Kendimizi hayata bagimli hale getirmek icin mulk ediniyoruz ve aile oluyoruz. Sanki aile olunca veya o luks arabaya binince olmeyeckmisiz gibi, sanki topragin altina girdigimizde uzerimizdeki kefenin markasi onemliymis gibi...

Ozur dilerim....

Bugune kadar yargikadigim yadirgadigim herkesten ve her seyden ozur dilerim. Ne kadar ahmak bi tavirdir bu. Karsindakinin ne hissettigini ne yasadigini bilmeden nasil umarsizca ahlaki deger yargilari yukleyebilirsin ona?

Veya bu ahlaki dege yargilari kime veya neye bore? Misal afrikada da geceli midir bu ahlaki tavir?

Orda acliktan olmek uzere olan bir cocugun umrunda midir mama kabinin markasi?

Ne kadar zavalliyiz, bir gun daha bitti ve bitirmek icin biriktirdigimiz omrumuzden harcamaya devam ediyoruz....

Hepinize iyi alis verisler.....

24 Şubat 2012 Cuma

AŞIK OLMAYALIM

Boşversene biz aşık olmayalım birbirimize. Konserlere gidelim. Uçurtma uçuralım, kumsalda uzanıp deli gibi içelim. Gecede yıldızlara bakabiliriz. Bisikletle gezerken yagmur yagsın, sırıl sıklam olalım. Benimle kek yap. Balık tutalım, sonra tekrar denize atalım. Boşver aşık olmayalım biz. Aşk korkutucu. Beraber eglenelim en iyisi, ama hep benimle uyu..

19 Kasım 2011 Cumartesi

Bu Gece...

Bu gecede diğerlerinden farklı değil. Yani hem yazılası anlatılası çokça şey var hem de hiçbir şey...Ben yine yalın halimi içimde biriktirdiklerimle yaşıyorum...
Kırgınığım korkularım umutlarım hayat kırıklıklarım hepimiz buradayız. hepimiz incildik, en kötü yanlarımız bile acı çekiyor birlikte...
Sesimle soluğum birbirine karıştı yine, hıçkırık nasıl bir ses?

Neden bir piç olduğumu düşünüyorum, neden bu kadar kimsesiz hissettiğimi...İçimde bir yerlerde öyle canı yanıyor ki bir kız çocuğunun, ne onu bulabiliyorum ne derdinin ne olduğunu anlayabiliyorum.

içimde bir yerlerde öyle bir yangın var ki, ne engelleyebiliyorum bitirişini ne de engellemek istiyorum...

Beni kör bir ebe mi doğurmuş ondan mı görünmezlik diyorum.Biliyorum ki artık kazanan hep kazanır, o kazanarak doğmuştur da zaten diğerlerinde ki bir avuç umut da bitmek bilmez işte.

Sormanın anlamı olmadığını bile bile sorular soruyorum.Başlayıp başlayıp biten günler, her defasında bu sefer daha güçlüyüm deyip aynı yola en başından bir deparla başlamalar ve tekrar aymı yöne en başa en dibe bu sefer daha sert daha hızlı çakılmalar.... bumerang misali acılar...

Oysa kimseye ait olanım ben. Özgürlüğünü kendi bileklerine doğuşunda prangalatmış biriyim. nefes almaya bağımlı bir yaşamkesim, sonumun olduğunu bile bile....hem gitmek fazla kadınsı oldu artık. omzuna özlemlerini de alıp gitmek bir kadına yaraşır oldu. oysa cinsiyetsizim ben. ne gidebilen ne de kalabilenim.

gitmek ve kalmak arasında sıkışıp kalanların arafta yaşayanlardanım. bu yüzden anlamsız kalıyor her hareket. şimdiki zaman nerede bulamıyorum.

her yola daha iyisi olsun diye çıkanlardanım belki de ya iyiye olan inancım biteli çok olmuş...

herkes gibi olmak gerek aslında çokça üzerinde durmadan sana biçilmiş 50 yıllık vakti belki uyuyarak ve yaşadıklarını duyumsamayarak tüketek gerek...

içimi hönkürüyorum yine benim sesim sokaktan geçen arabaların frenleri kadar gür değil...

14 Ekim 2011 Cuma

GİTMEK....


gitmek yenilmek değildir, gitmek kazanmakta... gitmek gitmektir sadece hepsi bu....

Cem Adrian tesadüfen çalmaya başladı nereye gidiyorsun diye? aklıma düştü hemen "tesadüfler ki tesadüfi değildir..."

şimdi gitme vakti...
bahanesiz,sessizce, yazıyla gitme vaktidir...
heybene doldurduğun bir dolu kalp kırığı ile asfaltların yapıştırmasını bekleme vaktidir....
şimdi vakitlerden can yanığı, gözyaşı ve hüzündür...
oysa babam olsa kucağına yatar saçımı okşamasını isterdim, "üzülme can" derdi belki bana "üzülme geçmeyecek ama alışacaksın.."
herkesin çocukluğunda kaçmak istediği bir anısı vardır böyle zamanlar için heybesinde sakladığı.. benim heybemde çocukluğuma dair hayaller var sadece, hiçbiri gerçekleşmemiş, belkilerle dolu...yollarda, yağmur var...
bir kaçış anı arar bazen insan, dünya bir saatliğine dursa dönmese de nefes alsam diye kaldırır başını gökyüzüne. gökyüzünden yağmur olup yağar gözyaşları içine derinine doğru. saklamak ihtiyacı duyar bazen insan en kıymetli hazinesiymiş gibi boğazında düğümlenip gözünün kenarında biriken yaşı gözlerini kırpmadan bekler öylece. sanki bir kırpsa gözünü çıplak kalacak, sanki bir kırpsa gözünü gökyüzü boşalacak. sanki bir ihtiyacı varki gözünü kırpmaya sorma gitsin....
bu yüzdendir gözü kapalı çıkılır en çılgın yollara, bu yüzdendir bir katilin gözünü kırpmadan katledişi, bu yüzdendir bir kalbin göz kırpmadan kırılışı...

oysa herkes annesinin biricik evladıdır, oysa sokakta arkandan koşma düşersin diye bağarmıştı annen, aman dikkat et başına bişey gelmesin demiştir mutlaka, çoğu kez kızmışsındır da büyüdükçe anlarsın...
sevdaya koşma düşersin, başına bişey gelmesin ki kalbinle hareket etme kırarlar...

oysa babam olsa şimdi, tekrar yatsam kucağına, küçülsem sığsam avuçlarına, aynı şefkatle öpse beni koklasa,dünya dursa bir saatliğine, güven dolu sıcacık bir yer bulsam kendime nefes alsam...

oysa babam olsa şimdi, tekrar tekrar yatsam kucağına bana yağmur hikayeleri anlatsa, uyusam kucağında ben büyüsem... uyumadan baba kucağında büyüyemiyor kız çocukları...

heybeme bakıyorum hep, yola çıkmak için pek çok şey eksik, yollar çıkıyor karşıma bu kez dur diyor dön geri heybene al çocukluğunu öyle gel.. dönüp bakıyorum, bir pencere sanki gelecekmiş gibi çocukluğumun mutlu anları,,,gelmiyor...

ben bekliyorum, yollar bekliyor...
oysa şimdi yollara çıkma vaktiydi, yol olma vakti, yol alma vakti...

7 Ekim 2011 Cuma

RENKLENDİRİN


Hep turuncu yazdım cümle başlıklarımı, herbiri önemli herbiri değerli benim için.
İlkokulda kırmızı kalemle yazmayı hiç sevmedim ben,turuncu kalemlerim olsa derdim turuncu yazsak ya öretmenim ne olur?

Daha o zamanlardan bir dayatmayla getirildik bu yaşlarımıza,"şimdi herkes kırmızı kalemlerini eline alsın büyük harfle..." Neden kırmızı? neden mavi veya mor veya turuncu değil? neden herkes aynı renkte yazmak, aynı biçimde giyinmek zorunda? bir toplum kuralı - kurulu olduğundan mı? peki ya aynı toplum yaratıcılığın geliştirilmesi için bir şey yapmayacak mı?

yapacak elbet, biz çok büyüyünce, işe gitmemiz gerektiğinde başlayacaklar sormaya :"seni neden işe alalım, seni diğerlerinden ayıran ne?" beni diğerlerinden bi bok ayırmıyo sayenizde, çünkü hepimiz kırmızı kalemle yazdık başlıkları.

bu cevabın karşısında size anarşist bu diye bir etiket yapıştırıp kapıyı işaret etmeleri kadar normal bir şey yok maalesef...

Oysa gökkuşağında kaç renk var?

15 Ağustos 2011 Pazartesi

UZAKTAN AŞK

Yeni evimdeki kaçıncı gecem bu bilmiyorum. Yastığımın altında hala anahtarım. Her gece seni rüyama getiren bilinçaltıma şükürler olsun. Sabahları uyanmanın zorlaşmasına sebep oluyorsun, biraz daha sarılı kalmak istiyorum sana, en azından rüyalarda yasak değil yaşamak...

Kokun, ahh nasıl bir şeydir o. Peki ya gözlerin bu kadar içime derinime bakarken daha ne kadar ayrı kalacak ellerimiz? Uzun zamandır yazıyorum sana, senin için yazıyorum ya hiçbir zaman okumayacağını bile bile olsunlarla yazıyorum yine de, senin için anlamı olmadığını bile bile yazıyorum.

Birkaç dakika hayal ediyorum seninle, sadece senin içinde yer aldığın birkaç an istiyorum... Oysa öyle uzaksın ki bana. Seni sevmek sadece can alıcı..Sen ile beni aynı cümle içinde bile kullanamıyorum...

Nereye baksam sen oluyor, bütün gözler senin gözlerini hatırlatıyor. Bir filmi aynı sahnede farklı koltuklarda izliyoruz. Senin güldüğün yerde ben düşünüyorum, benim kahkahalarım sana anlamsız. Hep bir bahanem var uygunsuzluğumuza....

Eşit olmanın yanlış olduğunu düşündüren adam, aynı çizgide asla yürüyemeceğim ideoloisi eksik adam. Hem zaten bende astigmat var düz çizgi çizemiyorum ki...Ne olmuş ? Belki ben çıkarım yoldan, belki sen yoluma girersin diye umut ediyorum, belki de yeni bir yol çizeriz kendimize önemsemeden düzgünlüğünü...Ya da yolları sileriz büsbütün...

Bana ait ne varsa sana uzak hepsi kaybolacak birgün, bütün uzaklar yakın olacak , yakınlık utanacak ellerin ellerime değdiğinde...


Kalbim sıkışıyor...

İmkansızlığın ne anlama geldiğiniz sorsalardı seni tanımadan önce yok öyle bir şey dünyada derdim. Oysa şimdi imkansız kelimesinin ne kadar dünyevi olduğunu biliyorum.

AŞK, şimdi hiç yola çıkmamış birini bir tren garında beklemek gibi...

AŞK, şimdi birgünü 47 saat yaşamak gibi....

AŞK, şimdi kimliğinden kaçmak, kendine sığınmak, kendinden kaçmak gibi...

Nereye gidersem gideyim sana gidiyorum, nereye kaçarsan kaç bana kaçacaksın...

Oysa her şey biter, ilk kez ve son kez SENİ SEVİYORUM...

11 Ağustos 2011 Perşembe

ULAŞ'A

Bu senin için;


Don Kişot (Don Quijote) dünyayı kötülüklerden temizleme hevesiyle yollara düşen yaşlı bir adamdır. Fakat ikinci gün fena bir dayak yemiş olarak evine geri döner. Yaşı yetmişi geçmiş olan kahramanımız bütün hayatını şövalyelerin kahramanlıklarını anlatan kitaplar okuyarak geçirmiştir ve ilk hatasında vazgeçecek değildir, çünkü okuduğu hiçbir kitapta şövalyeler bu kadar çabuk pes etmezler.Don Kişot okuduğu tüm kitaplardan başka bir şey daha öğrenmiştir. Şövalyelerin hepsinin bir yaveri vardır. Yanına bir yaver alması gerektiğine karar vererek komşusu Sanço Panza'yı onunla birlikte gelmesi için ikna eder. Şövalyelikten kazanacağı krallığından ona bir ada verecektir. Sanço Panza canından çok sevdiği eşeğinden ve saflığından başka hiçbir şeyi olmayan bir köylüdür. Adayı kazanabilmek için Don Kişot'un tüm hayal perestliklerine göz yumar. Don Kişot'a hiçbir zaman gerçeği söylemez, çünkü bu durum hep ters etki yaratmakta ve efendisinden sopayı yemektedir. O yüzden Don Kişot'u yalanlarla avutur. Artık yeldeğirmenleri kötülük saçan dev olmuşlardır, küçük hanlar efsanevi kontların şatolarına dönüşmüştür. Sanço Panza, insanda sabitleşmiş bir fikire, karşı çıkacak kadar saf değildir.Sadece Sanço Panza değil; sabitleşmiş fikirlere karşı çıkmaya kimse niyetli değildir. Herkes Don Kişot'un kafayı oynatmış bir ihtiyar olduğunu görünce, "deliyle uğraşmaya gelmez" deyip Don Kişot'un istediklerini yapmaktadırlar. Birazda can sıkıntısından olsa gerek karşılarına çıkan herkes, Don Kişot'un inanarak oynadığı bu oyunu bozmaz, aksine ellerinden gelen yardımı esirgemezler. Zaten Don Kişot'un gerçeği görmeye niyeti yoktur. Gerçekle yüzleştiği anlarda bile Don Kişot kendi hayal dünyasından açıklamalar bulmaktadır. Ya kendisi büyülenmiştir, ya diğerleri...

Don Kiişot benim en sevdiğim romandır... İçinde idealleri olan bir adamın nasılda dünyayı kendi kurallarına göre yönettiği anlatılır bence... ve yol arkadaşı yani uçurumdan düşecekken elinden tutan adam, o da Don kişot'un kurallarına bağlıdır.

Bakıldığında oldukça temiz bir hikayeymiş gibi. Oysa Don kişot'a kimsenin hatta yanındaki yaverinin bile gerçeği söylemediği acınası bir insanlık dramı taşır içinde..

Sevgili Ulaş,

Sana bu hikayeyi (belkide çoktan okuduğun bu kitabı) tekrar anlatmak isteme sebebim şu, İsterim ki sen de yanımdaki kahraman olmayı seçtiysen eğer birgün bana yel değirmenlerinin sadece yel değirmenleri olduğunu anlat... Çünkü etrafımdaki herkes bu oyunu benim kurallarıma göre oynuyor, bu kimi zaman onları heyecanlandırdığı için kimi zaman eğlence olsun diye böyle. sen sakın sanço panza olma...

Sevgiyle Kal..

10 Ağustos 2011 Çarşamba

2'miz

ATAOL BEHRAMOĞLU'nun şiiriydi.. tekrar tekrar şiire döndürdü beni son günler..

Eskiden teee ortaokuldayken biz şiir sevdamız vardı. Din derslerinde şiir okuturdu bize en sevdiğimiz hocamız, bize şiiri sevdirdiği için bir kez daha minnetarım kendisine...

Nasıl diyordu şiirde ,en çok da adımın geçtiği paragrafını seviyorum..

Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Oysa eskiden 2'nin anlamı vardı, 2 gönül bir olunca samanlık seyran olurdu, bir elin nesi var 2 elin sesi vardı, sen ve ben yanyana gelince bir elmanın 2 yarısı olurdu, insan sevgiğine 2.yarım derdi, aşklar hiç bitmez aşka olan inanç yaşlılıkta 2. bahar olurdu, en güzel dilekler 2'miz için dilenirdi. 2 eskiden güzeldi ama o da parçalandı anlamını yitirdi...

Şimdi bana içimde 2'yi yaşatan biri var, yanına varamayacağım, varsam da dokunamayacağım, beni sevgisiyle uzaktan besleyen biri...

2 baş harf yanyana durmaları bile yasak...

9 Ağustos 2011 Salı

Bağlantı Molası

Yok bu internetle alakalı bir konu değil. Sadece uzunca bir zamandır içime bağlanma problemi yaşıyorum.

Seninle nasıl dertleşesim var neler oldu neler bir bilsen. Yo yok hiçbiri bir felaketle sonuçlanmadı, hepsinden ders alındı, öğrenildi, yaşadıklarım affedildi ve kenara bırakıldı.

Ama sana anlatmak istediğim çok özel biri var. Bunca kargaşanın, kaosun ortasında parlayan, beni parıldatan biri... Benim için imkansız biri ama imkansızlığıyla kabul görülüp sevilen biri... Şimdi adından başlayıp yedi ceddine kadar yazmak istiyorum onu ya dediğim gibi imkansız biri...

Birini sevmek duygusunu yeniden damarlarımda hissettiren biri, hem de tek başıma.

İnsan birini bu kadar özler mi yanındayken bile, özler dokunamadığı için, dokunması yasak olduğu için özler.Bakışlar kaçamak olduğu için özler, gözlerine bir saniye bakabilmek için anı kollamak ne zordur bir bilsen. Kimsecikler görmeden bir saniye bakabilsem gözlerine diye nöbet tutmaya başlarsın günün orta yerinde. O bir saniyelik zaman gelir, artık dünya bir saniyeliğine de olsa bizimdir. Bizden başka kimse yoktur, yasak yoktur, gizlenmek yoktur, sadece gözleri vardır o dünyanın içinde turuncuma katılır....

sonra biri bozar o asırlık saniyeyi, hiç umursamadan bozar, hiç düşünmeden, onun için dünyanın en önemsiz bozgunudur bu,bizim içinse bir dahaki saniye için nöbet vaktidir.

İkimizinde bildiği, konuşamadığı bir durum bu. O konuşamaz çünkü ben onun için imkansızım, ben konuşamam çünkü o benim için imkansız...Bunca imkansızlığın ortasında biz kendimize saniyelik imkanlar yaratmaya çabalarız.

Sonrası... sonrası büyük bir pişmanlık, geç kalınmışlık, erken varılmışlık, tamamlanılmamışlık, haksızlık...bütün lık lar...

Oysa ellerim ellerine değmek için çırpınırken o umulmadık bir anda elimi tutmanın ve bunu insanların gözüne sokmanın bir zararlı yanını görmüyor. Bunu o kadar iyi başarıyor ki ellerim hep elleri için hazır bekliyor. Bir bahane bulsa diyorum hala özlemedi mi elleri ellerimi?

Ama bunlar tüm bunlar benim içimde, onun içinde mühürlü.. Konuşulmayan sadece yaşanan ve hissedilen, asla adı konmayan konmayacak olan duygular...

Ben seni sevdim, öyle ansız bir anda geldin ki, anlarımın tümü oldun, öyle öksüz bir zaman da geldin ki ben seni sevmek zorunda kaldım, öyle yorgun bir zamanda su verdin ki yüreğime beni öyle bir dinlendirdin ki senden kalkıp yola devam etmek istemiyorum.

Kollarında olmanın nasıl bir duygu olduğunu düşlerken ben, biliyorum ki bir kez sarılsam sana bir daha bırakamam seni, bu yüzden uzaktan aşk bizimkisi...

Yazmaya başladım ya bugün bu bir iç hönkürmedir, devamı elbet gelir, daha güzel gelir, çokça gelir...

26 Mart 2011 Cumartesi

AŞK'a Dair

Uzuuunca bir zamandır yazamıyorum. Not kağıtları, kollarım hep bir dışavurma isteği... son dönemde yazıklarım ise hep birilerine öfke dolu...Oysa bugün unuttuğum bir kavram için yazmak istiyorum : Aşk için.

İnsan ömrü yalnızca iki kere aşka izin veriyormuş. Kalp aşık olunca fizyolojik ve biyolojik ve kimyasal olarak değiştiğinden bu değişimi yalnızca bir ömürde 2 kez yaşayabiliyormuş.

Ve iyi haber benim bir aşk hakkım daha var :)

Şimdilerde başka bir hayalin peşindeyim. Evrenden o kadar kuvvetli bir şekilde istiyorum ki bunu adeta beynim, hayallerim bunun için ibadet halindeler.

Bir ev istiyorum. Benim kendime ait bir evim olmadı. Bir oda istiyorum. Benim kendime ait bir odamda olmadı. Bir yatak istiyorum. Benim kendime ait bir yatağım olmadı...

Aşktan daha güçlü bir duyguymuş aile sevgisi anladım. Kardeşlerim, canlarımmm. İnsan bu kadar özler mi? özlüyorum işte. Günün her saati aklımdalar. Kendimi onlar için güzel anlar hayal ederken yakalıyorum her seferinde.Onların mutluluğu karanlık yanlarımı aydınlatıyor adeta.

İyi biri değilim ben. Yapılanları içimde biriktirip, acısını çıkartmak, intikam almak için yanıp tutuşuyorum. Samimiyetle insanların zayıf yanlarını yakalyıp birgün bir yanlışları olursa oralardan vuruyorum. Bu beni kötü biri yapıyor veya savunma biçimim bu dünyanın iyi diye nitelendirilen insanlarına ağır kaçıyor.

Oysa kardeşlerim bana bakıp gülümseyince ben herkesi affediyorum. Onlar gülümseyince mutlu olunca dünya ne kadar da güzel bir yer haline geliyor.Onların masumiyeti bütün kötü düşünceleri kovuyor. Bütün hesapları ahirete bıraktırıyor...

Şimdi başlıkta AŞK demiştim ya. Benim için AŞK "Ablaaa isteriiiiim" diye şımaran kardeşlerimden ibaret.

AŞK : Ablasının Şımarık Kardeşleri...

12 Mart 2011 Cumartesi

Palyançoooo

bir perdenin ardındayım şimdilerde...
herkesin gülümseyerek baktığı kişiyim ben..
bütün insanlar gibi boyalı yüzüm, birazım kara birazım ak içim gibi aynı...
çok canım yandığından çok can yaktım ben de...
bunların hepsi insana özgü davranışlar ya bir turuncudur tutturmuşum...
bir tek o benzemiyor insana, onun harici hep yalan hep dolan....
bir kız kulesi resmi var elimde içine turuncu saklanmış...
bulabildim mi, hayır karası çok kara vahşeti ağır, cildi bozuk, üstü örtülü...
hırsı çok egosu çok, derdi çok, kendi yok...
bir varmış bir yokmuş...
gökten üç elma düşmüş hepsini ademoğlu yemiş, palyaçoya kalmamış...

Şimdi Ben...

Bağışlayın beni, evet ilk kez özür dilemenin yolunu arıyorum hayatta...

Bağışlayın beni...

Çünkü hepinizden uzaklaşmak ve uzakta durmak istiyorum.

Çünkü insanların yaptığı her şeyin bedeline katlanması gerektiğine inanıyorum.

Çünkü gücün asla bir etken olmaması gerektiğine inanıyorum.

Çünkü sevdiğimiz insanlar yapıca olsun, başkaları yapınca tüüü kaka demeyi kabullenemiyorum.

Çünkü ayırt etmeksizin, annem babam da dahil hata yapanlara katlanamıyorum...

Çünkü hata yaptığımda bana katlanılmasını istemiyorum.

Çünkü evet ben bunu yaptım sonucunu da göze aldım demenin yapılan davranışı yapmış olma gerçeğini değiştiriyormuş gibi davranmayı benimseyemiyorum.

Aklım ve mantığımın duygusalımı etkilemesinden yoruldum.

Sürüymüşüz gibi davranmaktan yoruldum.

Bir insanı sevmenin göstergesinin onu yedi yirmi dört aramaktan geçmediğini anlatmaya çalışmaktan yoruldum.

Uzakta durup arada bir belki aylar sonra birini görüp onu sevdiğimi hissetmenin kimseyi ilgilendirmediğini söylemekten yoruldum.

Yapacağım dediğim şeyleri kendimde onları yapacak gücü bulunca yapacağım ancak...

O zamana kadar eğer başıma kakacaksanız dinlemeyin beni.

Çünkü hani ne oldu der gibi diktiğiniz gözlerinizden yoruldum...

İçine dahil ettiğiniz olaylardan bunalıp isyan etmekten yoruldum, ama en çok sanki tüm bunlar benim suçummuş gibi davranmanızdan yoruldum.

Ve öğrendim...

Öğrendim ki hiçbir sır, sır olarak kalmıyor...

Öğrendim ki insanlar için kendilerinden daha önemli kimse yok, olması da mümkün değil.

Öğrendim ki huzuru aramanın bir anlamı yok, o canı isterse zaten geliyor.

Öğrendim ki kafama taktığım ufak tefek şeyler içime büyüyor ve ben abartan biri haline geliyorum.

Öğrendim ki her insanın olayları önem sıralaması farklı.

Öğrendim ki biri için değerli olmayı sen tercih edemiyorsun..

Öğrendim ki sonu baştan belli olayların içinde yer almak sadece vakit kaybı..

Öğrendim ki daha hiçbir şey öğrenmemişim hayatta...

Öğrendim ki acı çekmek kavramı sadece insanın beyniyle kendisi arasında, insan isterse unutabiliyor..

Öğrendim ki yeniden başlamak için illa kaçıp gitmek gerekmiyor.

Öğrendim ki insan yanlışlarıyla yüzleşip, evet ben böyle bir insanım ve bu halimden de memnunum dediği zaman hayat aslında yaşanmaya değer bir şekilde başlıyor...

Şimdi ben kimim sorusuna verebilecek birkaç cümlem var artık.

Şimdi kendimi anlatmak için kuracağım cümlelerin çokluğu değil içeriğinin doluluğu önem taşıyor...

Şimdi sadece gerçekten yanında olmak istediğim gerçekten sevdiğim insanlara gitme zamanı..

Şimdi kendimi kabullendim ve geçmişimi affettim..

Şimdi yeni bir evresine girdim hayatımın...

Şimdi yeniden başlamak için uygun bir gün...

8 Şubat 2011 Salı

Hırsızın Hiç Suçu Yok - KRAL ÇIPLAK

herkes haklıydı çünkü hepsi hırsızdı..
sen ulu orta kral çıplak dersen suçlu olursun, ne de olsa herkesin ardına saklandığı bir yalanı vardı...
herkes kandırmaya ve kandırılmaya layıktı, sevgiler ve sözler sahteydi ve hırsızın hiç suçu yoktu...
ben kimim ki..
ben bir yolcuyum hayatın içinden geçen, yalnız ve bir başınayım, en azından onurlu ve gururluyum...
içim rahat...
ama hayatımda ilk kez bir birini kıskandım...
kimse bana bu denli sahip çıkmadı...
kimse beni bu denli sevmedi...
olsun yollar açık olsun...
herkes hak ettiğini bulsun...
hepsi benden uzak olsun...
Çünkü ben nerede çıplak bir kral görsem haykıracağım :KRAL ÇIPLAK...

24 Ocak 2011 Pazartesi

ACISTAN

Bir yer var içimde kimseelere göstermediğim bir yer. Arada bir kapısını aralıyorum.. Çoğunlukla orada yaşıyorum, en ben halim orada diye. bir yer var içimde kapımı azıcık aralasam sağnak bir yağmur başlıyor dışında gezenlere.. bir yer var içimde çocukluğumda hapsedildiğim, cezaya bırakıldığım bir yer. karanlık renksiz, turuncusuz bir yer.. canımı yakan ama kurtulamadığım bir yer. bir yer var içimde sözlerimin yazmalarımın hiçbir anlam ifade etmediği bir yer. soğuktan yanıyor tenim içinde tarifsiz.. kulaklarımda çocuk seslerim. bir dizi cümle.. birilerine ait olan eşyalardan örülü bir hayat. kendime ait bir yatağım hiç olmadı benim... gözlerimi kapatıyorum etrafım acı. gözlerimi açıyorum etrafım acı. aynı can acısyla kan ter içinde uyanıyorum ter ter acı boşalıyor üzerimden..sesimi duyan var mı? yok herkes fazlasıyla meşgul. zaten birine duyarlı olmak lüks bu devirde.. birinin acısını dinlemek sıkıntı verici. sen anlatmaya başlamadan karşındaki hazırlıyor kendi hayatındaki acı dolu yanları. niyeti benim acım senin acını döver demek. dövsün peki. kaç kere dayak yedim hatırlamıyorum ki.. benden daha kötü durumda olanlar bütün sorumluluğunuz üzerimde. sizin yüzünüzden acı çektiğimi anlatamıyorum kimselere.. oysa içim öyle yanıyor, öyle kanıyor...
hergün beddua ettiğim adam,babam... bugünde yine acılar içinde can vermeni diledim. beni bıraktığın bu lanet dünya yüzünden seni asla affetmeyeceğim. hiçbirgününün iyi geçmesini istemiyorum. yediğim yemekten tad almıyorum, kokladığım çiçeklerin tümü solmuş, hiçbir anlamı yok yaşamanın. nefes alışverişi sadece.. sende benim gibi yaşa istiyorum. zevk alma hiçbir şeyden. eskiden gözyaşlarımın tadı vardı artık onlarda tatsız...
bir canavar yarattın sen...bir deli...bir akıl hastası yarattın...öfke doluyum, tahammülsüzüm, bağımlıyım... sayende hepsi. acılara dayanabilmek için, dayanabilmek adına... ellerim titriyor makyaj yaparken, aylardır kalem çekemiyorum gözüme... yemek yerken üzerime döküyorum. tadını alıyım diye her yemekten dolduruyorum tabağıma, ellerine sağlık çok güzel olmuş diyorum yapana,hiç tad almıyorum oysa. bu yüzden kilo alıyorum her geçen gün... sinir krizi geçiriyorum en ufak bir sorunda, ilaçlar da fayda etmiyor artık, başkasıda. şimdi söyle bana benden nasıl bir gelecek olur?nasıl bir anne olur benden?nasıl bir eş olur? benden bir manyak yarttın sen.. şimdi geçmişsin denizin karşısına tadını çıkarıyorsun yarattığın eserin....

Acıstanda yaşıyorum... Acı çok....

13 Ocak 2011 Perşembe

Ruhum Düşük Yapıyor

Zor günler... Hangi gün kolaydı ki sanki... Sıcak çayı içip boğazımı yakıp ardından soğuk suyu içip boğazımın şişmesi gibiydi her şey... tercih meselesiydi yani çay içmeyebilirdim veya yanan boğazımın acısına katlanabilirdim...Ne bu çelişik bir oyun mu?
Sığamıyorum hiçbir yere.. Şimdilerde Bursa güzeldir oysa bir gitsem veya Muğla...Konakta bir geziye bile razıyım o derece gidesim var bu şehirden. Sanki şehri terk edince acılarını da terk edebilirmiş gibi insan.. Sanki çayı içmeseydim olmazdı... Sahlep içsem de yanar mıydı boğazım bilinmez...
en çok Muğlayı özledim galiba. Günlerce evden dışarı çıkmadan film izlemeyi ve üzerine hareretli tartışmalar yapmayı...Kaç film olmuştu şehirden ayrılırken tam hatırlamıyorum ama filmelri aldığımız çocukta hala öğrenci kimliğimin kaydı var :)
özlüyorum. gözlerimi kapatıp haritadan bir şehir seçmeyi ve yeni güne orada başlamayı..özlüyorum yurdun soğuk koridorunda saatlerce şarkı söyleyip yan odadaki kızlarla kavgayı. özlüyorum gizli sokulmuş şarap şişelerini sırt çantama doldurup atacak çöp bulamamayı. kürtçe muhabbetleri anarşist düşünceleri ve uyuyakalmayı özlüyorum...
meydanda keşfettiğimiz birahaneyi özlüyorum. batak oynadığımız yerleri Asım'ın bana öğretme çabalarını benim kalın kafamın almayışını özlüyorum. Sebonun geyik muhabbetini özlüyorum. hayatımdan çıkardığım arkadaşlarımı özlüyorum. sınaa çalışmak için igrdiğimiz kütüphanede manikür yapmayı özlüyorum. hesap makinesi unutup heykele demet akalın şarkıları eşliğinde gitmeyi ve her olumsuzluğa rağmen arkadaşlarımı gülümsetmeyi özlüyorum...
şimdilerde gülümsemek için kendime kurduğum anlattığım masallar bile mutsuz sonla bitiyor. şimdilerde haksızlığın in gülümsemenin out olduğu dönemlerdeyim.
parayla insanları satın alan bir insanın acizliği bir tek beni güldürüyor. satılan insanlar için ise her gece bir mum yakıyorum.
şimdilerde gitmek bile bir yük omuzlarımda kaldırmaya korktuğum, garanti altına almaya çabalıyorum her şeyi gitmeden önce. bu beni prangalıyor olduğum yere. şimdilerde özgürlüğümü bir zamanlar korktuğum düşüncelere gebe bırakıyorum.

ruhum düşük yapıyor bugünlerde...

13 Aralık 2010 Pazartesi

Ben Neymişim Be Abi :)

Her girdiğim ortamda etrafım insan dolar. ya da ben insanlara sararım bir şekilde. sonra birden kimseyi istemem etrafımda kaçıp giderim içime... birgün bir bakarım bu halim dert oluvermiş insanların içine. söylediklerime kızarlar. tavrıma kızarlar. bana öyle değil böyle derler. yüzüme gülerler arkamdan konuşurlar sonrada arkamdan konuşan diğerlerini bana ispiyonlarlar :))
günlerden birgün gelir ben vazgeçerim bütün bu karmaşık-saçma muhabbetlerden. bu sefer pes etti derler. kızarlar söylediklerime.
ama kızmalarının sebebi benim yanlış bir şey söylemiş olmamdan kaynaklanmaz, bunu yaptıkları için kendilerine kızarlar. kendi canlarını yakamayacakları için benim canımı yakmaya çalışırlar... sonra ben susarım. onları kendi pişmanlıkları ile başbaşa bırakırım. sonra zaman geçer onlar sanki her şey unutulmuş gibi tekrar gelip aynı oyunu oynamaya devam ederler. ben oyunlarına dahil olurum canım isterse... ama unutmam... sadece nefretimi bir kişiye sakladığımdan başkasına harcamak istemem...onları ciddiye almıyorum dersem yalan söylemiş olurum. fazlasıyla ciddiye alırım onları...merak ederim her şeyde önce.. iç dünyalarını...

26 Kasım 2010 Cuma

İçimi Hönkürme - Evlenecek Birini Arıyorum ! ACİL!

Sevgili Blog Okuyucularım;

Bugün sizlere içimi hönküreceğim. Son zamanlarda en fazla ihtiyaç duyguğum kavram bu : HÖNKÜRME...
Bugünlerde çok fevriyim yine her zaman ki gibi...Damarıma damarıma basıyorlar. O an bulsam parçalayasım geliyor herbirini... Kimden mi bahsediyorum* Paranın satın aldığı insanlardan... Neyse aslında konumuz bu değil.

01.12.2010 tersten düzden bir yerinden bakınca birbirini tamamlayan bir tarih. Ne önemi olabilirdi bu tarihin benim için? Eğer bugün aldığım haberi almasaydım sıradan herhangi birgün gibi başlayıp birkaç entrika ve sinir harbi sonrasında biten diğer günlerden herhangi biri olurdu. Belki de aklıma yeni sorular ekleyip, heybemdekileri bir nebze boşalttığım birgün de olabilirdi. Ama olamayacak...

Çünkü babam evleniyor-muş- o gün. Hem de beni davet etmedi inanabiliyor musunuz? Oysa bir çeyrek altın alıp nikahı basasım ay pardon gidesim var.

Neden bu kadar öfkeliyim? Kendine yeni bir hayat kurmak hakkı değil mi? Evet bazı kendini bilmezler bunu hemen söyleyeceklerdir...

Öfkeli değilim ki ben, kırgınım sadece...Üzgünüm...Neden diye soruların beynimi siktiği bir dönemdeyim...NEDEN?

Bana vermediği sevgiyi, beni dahil etmeyi reddettiği ve ben böyle bir adamım aile olamam bahanesini bir kadının silmesine kırgınım. Bir kadının babamın hayatı olmasına ve o hayatın içinde bana yer olmamasına üzgünüm.

Kırgınım a dostlar, şimdi bütün şehri içsem de unutsam diyorum babamı. Şimdi şuracıkta kaybetsem hafızamı...

01.12.2010 tarihinde benimle evlenecek birini arıyorum. Birgün sonrasında boşanabiliriz....

18 Kasım 2010 Perşembe

Rehber

bir rehber bulamlısın dedi bana saydığım biri...senden büyük birini rehber almalısın kendine ne de olsa o senin geçtiğin yollardan geçti...
evet yaşı 24 olan herkes 23 yıllık bir yaşamı yani benim şu ana kadar yaşadığımdan 1 yıl daha fazlasını tüketti... peki aynı duygularla mı?
insan nasıl bir lider nasıl bir rehber seçebilir ki kendine kendinden başka?
nasıl bilebilir herhangi bir rehber benim yola çıkarken hissettiklerimi, hesaplarımı bir adım sonrasında istediklerimi hayata dair fikirlerimin beni nereye götürmesini istediğimi?
oysa yol içedir...iç yoladır...
dışardan baktıklarında nasıl göründüğümden bahsediyorlar bana... kendimi bitirmişim azaltmışım öyle diyorlar, gülümsüyorum tuhaf bakıyorum surat ifadelerine... herhangi birinin gözünde değerimin değişmesinden bahsedenlerin küçük dünyalarına tebessüm ediyorum...
beni çözdüğünü analdığını düşünen insanlara da medeni cesaretlerinden ve özgüvenlerinden ötürü nanik yapıyorum... sanki kendileriyle işleri bitmiş gibi beni çözmeye uğraşıyorlar, oysa benim hiç böyle bir derdim olmadı insanlara karşı... ne gösterdilerse bana hangi maske varsa yüzlerinde ona inandım...açıkçası bir insanı çözmek için harcayacak vakti ayırmak istemedim hiçbir seferde...
kendimi ıspatlamak gibi bir kaygım olmadı... matemetiğim her zaman iyiydi ve edebiyatım aynı anda fiziğim, kimyam ve biyolojimde... coğrafya ve tarihin bana göre olmadığını siyaseti okumanınsa nefes alamk gibi olduğunu hep söyledim... inandığım ekonomik düzenleri de yanlışlarını ortaya koyabilecek kadar iyi okudum. bir fikrimin olmasını sevdim hep. bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğum zamanlarda oldu hayatta, o zamanlarda genelde içgüdülerimle davrandım ve beni yanıltmadılar...
içinde bulunduğum şuan hayata karşı başarısızlığım değil tercihimdir sadece... ayrıca hayata karşı başarısız olmanın da büyük bir yetenek olduğunu düşünürüm...neyi yapamayacağımı bilirim neyi yapabileceğimin farkına sonradan varırım genelde... ama neyi başaramayacağımı nerede yeteneğimin olmadığını adım kadar iyi bilirim ve bunu dile getiririm her seferinde.futbol oynuyorum dediğimde(mahalle takımıma sevgiler:) ve ya bir şişe absinith içtik(taner ve burak'a katkılarından dolayı sonsuz teşekkürler:) dediğimde insanların suratlarındaki hadi canım ifadesine bayılırım mesela.. nedense insan kendi yapamayacağı şeyleri bir başkasının yapabiliyor olmasını bir şekilde sindiremez ve bunun imkansız olduğunu iddia eder safça :) gülüp geçerim böyle zamanlarda da...
birçok konuda bilgi sahibi olmamı ve öğretmeye çalışmamı yani paylaşılmayan bilgi gereksizdir felsefemi hayatımda uygulamamı ukalalık olarak algılayan ve hala hayatımda bulunan insanlara da bir önceki cümlemdeki gibi gülümserim genelde...
yalnız sinemaya, tiyatroya bir kafeye kitap okumaya gitmemi yadırgayanlara acırım...insanın yalnız olduğunu görmemelerine üzülürüm, ölüme giderken bile kalabalık olan cenazelerde tabutun içindeki tek başınalığı hayata yaymak gerektiğini ilke edinmişimdir kendime...
çok sayıda arkadaşım vardır ve her şehirde evim vardır benim...ne zaman istersem çekip gidebilecek kadar parayı bir telefonla bulabilirim ve bunun huzuruyla yaşarım birazda...
sonuç olarak içimi dökmek geldi içimden bir de Edip Akbayramdan bir şarkı ile son vermek geldi yazıma :)


ahhhh ben ölürsem, akşamüstü ölürüm...

mış gibi yapmak AİLE 2

Sizinle konuşamıyorum, anlatamıyorum bir türlü içimden geçenleri ikinize de... En iyi yaptığım şeyi yapmaya karar verdim bu yüzden yazmaya...
Babam gittiğinde yani henüz küçük bir çocukken ben henüz eksikliğin ne demek olduğunu bilmiyorken yalın halimde kaldım hayatta..
ama bu kısmına geçmeden önce bunları neden yazdığımı anlatmalıyım...
Çünkü biz gerçekten bir aile miyiz diye merak ediyorum? veya aile ne demek diye ? veya içimde size duyduğum sevgi ve özlem duygusunu anlamaya çalışıyorum. veya sizi neden babamın yerine koymak istediğimi kocaman bir kız olmuşken tamda.. neden büyüdükçe küçüldüğümü anlamaya çalışıyorum belki de... belki de sadece sizi özlüyorum, yanımdayken bile...
nasıl diyordu şarkıda hepimiz yalnızız bu yolda hayat denilen oyunda...
evet yalnızız da buradan bakınca etrafımız hep kalabalık duruyo.. neden işimize, arkadaşlarımıza ayırdığımız vakti ailemize ayırmıyoruz? daha mı az seviyoruz birbirimizi? peki ölünce birimiz üzülecek mi kalanlar?
şimdi hayata henüz başlamışken ben kafam çok karışık...bir yön arıyorum kendime doğruya doğru iyiye doğru, ve nedense kendimi teyit etme ihtiyacı duyuyorum.. böyle zamanlarda en çok ihtiycım babama oluyor.. bakıyorum ki o yok... size gelmek istiyorum sormak istiyorum safça salakça ama dürüstçe...bir bakıyorum ki beni görmeyecek kadar yoğunsunuz.. iyiyim diyip geçiyorum hayatınızda. kırılıyorum yaratana bu kez...
yaşadığım olay belki çok basitti ama benim için önemi büyükmüş gün geçtikçe anlıyorum...
o gün o çocuk bana saldırdığında geçirdiğim sinir nöbetinin sebebi o saldırı değildi elbette. o an gözümde canlanan geçmişimdi... ama o çocuğu her gördüğümde bunu benden büyük olan sizlere anlattığım ve sizin bu konuda hiçbir şey yapmadığınız geliyor aklıma...
bu basit belki de sizin gözünüzdeki önemsiz olay beni çok ama çok etkiledi...
bir kez daha ne kadar yalnız olduğumu hatırlattı bana... düşersem elimden tutacak kimsemin olmadığını öğretti...oysa birinin elimden tutmasına ihtiyacım vardı... o kadar büyük değilim ben henüz 23 yaşındayım ve eksik büyüdüm unuttunuz mu?
siz hiç merak etmediniz ben iyi miyim diye, başıma bir şey geldi mi diye hiç merak etmediniz, sormadınız ne kadar hata yaptığımı veya neden hata yaptığımıı...
şimdi bana diyebilirsiniz ki seninle mi uğraşıcaz bunca işin gücün arasında haklısınız...insanoğlu ancak ölünce fark eder birinin yokluğunu...
kimbilir belki de siz bu yazdıklarımı ben ölünce okursunuz, merak ederseniz birgün bizim kızın yazdığı bir blog vardı diye... ya da biri okuyup size söyler belki siz de bir ara okurum diyip geçiştirirsiniz...
belki de bunların hiçbiri gerçek değildir...belki de ben çoktan ölmüşümdür yaşıyor muş gibi yapıyoumdur, tıpkı aileymişiz gibi yaptığım gibi..
kızarsınız muhtemelen bana bunları okuyunca ya da sizde kızmış gibi yaparsınız...

AİLE1

İçimi dökmeliyim... uzunca zaman oldu yazmayalı.. bu gece durmadan yazmalıyım..
ÇIKAR...
ne tuhaftır türkçe.. çıkar dediğin zaman aklına gelenler aslında kelimenin bütününde buluşturur seni.. bir çıkar uğruna satınca seni insanlar çıkartırsın onları hayatından..
AİLE...
aile candır.. öyle olmalıdır, sen ne yaparsan yap yanında durmalıdır.. Sen düşünce elinden tutmalıdır..seni düşürmeye çalışmamalıdır.. melidir malıdır..
ÇIKAR - AİLE...
bu iki kavram nasıl bir araya gelebilirki?
insanın ailesi nasıl onun arkasında durmaz hem de suçu yokken yükleniyorsa ona etrafındakiler veya tek suçu iyi niyetiyse? bir başkasından bir beklentisi var diye ailen seni hiçe sayıyorsa yani çıkar başkasınaysa aileni yine de hayatından çıkarmak gerekir mi?

16 Kasım 2010 Salı

Burada Flaş Patlatmak Yasak....

bir fotoğraf makinem olsa sadece karanlığı çeksem flaşları patlatıp...
ancak o zaman ortaya çıkan resimler anlatabilir bana yapmaya çalıştığınız şeyi...
karanlık karanlığından bir şey kaybetmeyecek o yine karanlık kalacak neden anlamıyorsunuz?
sizler ellerinizde fotoğraf makineleriniz hem de flaşları sonuna kadar açık bir halde çekip duruyorsunuz içimin resmini...
sonrada karanlık çıktı diyip beğenmiyorsunuz veya aa karanlık diyorsunuz.
ne bekliyorsunuz?
karanlığın resmini çekince karanlığa bir biçim katmayı mı?
neden anlamı dışında bir anlam aramaktasınız karanlığımda?
veya kim inandırdı sizi aydınlığınızın veya kasvetli grilerinizin benim turuncumun yanında güzel duracağına?
turuncuya en çok karanlık yaraşır, rahat bırakın...
kişi gitmek istiyorsa gidecektir, sevmek istiyorsa sevecektir, acı çekmek istiyorsa acı çekecektir...
ancak tüm bunlar kişinin belirlediği anlarda gerçekleşecektir...
bu yüzden git demeyi bırakın unut demeyi de...
hak kelimesini hele hiç kullanmayın bu kadar mahremime girmişken...
şimdi çekmeye devam edin resimlerini içimin ve yine aynı aptal yorumları yapın :
---aa bu çok karanlık çıktı...

burada flaş patlatmak yasak, karanlığın kendi özgü bir rengi vardır zaten.
hadi şimdi uyumaya devam edin...
zaten en iyi yaptığınız şey değil mi bu?
uyusunda büyüsün nenni...

Derleyici

ben bir derleyiciyim... gönderildiğim bu dünyada sanki bir anlaşmaya imza atmışçasına derliyorum payıma düşen düşmeyen herbir şeyi.. ben bir derleyiciyim hüznün içine pek ala sevinci katabiliyorum. mesela yaşayabiliyorum en sevdiklerimi kay...bettiğimde bile. eksik kalan yanlardan bahsedenlere gülümsüyorum acı acı belki de acıyarak ne zaman tamdık ki diye düşünüyorum.. ben bir derleyiciyim... mutluluğun! içine acıyı derliyorum çoğunlukla. sanki bir anlamı varmış gibi mutluluğun ya da biri sorsa tarifini verebilecekmişim gibi... ben bir derleyiciyim başkalarının içinde bulunduğu kötü durumları kendi iyi durumlarıma katarak yaşıyorum.. şükür kelimesini kavrayamıyorum. payıma bu düştü diye oh demeyi, karşımdakinin benden kötü durumda oluşunun kendime barvo oley yuppi diye çığlıklar attırmasını kabullenemiyorum. isyankar değilim sadece derleyiciyim.pesimist değilim sadece derleyiciyim. hayatı ciddiye almıyorum sadece yaşıyorum ve ciddiye almamayı da kabullenmiyorum sadece yaşıyorum..ben sadece derleyiciyim.. yaşıyor muyum? ışıkları kim kapattı?

9 Ekim 2010 Cumartesi

Saray Soytarısı

ben sevdayım senin gönlünde.. bakıpta dokunamayacağınım... uzak kalacak yüreğin yüreğime.. yakınımızda hep hasret olacak... sen ne denli seversen sev süslü aşk oyunları olacak hep aramızda.. sen şehrin bütün kızlarının elini tutacaksın belki ya elin elime hep teğet geçecek.. hiç bir ısıtmayacak avuçlarını.. hiç bir güz...el göz anlam katmayacak hayatına.. sen ömrünün sonuna dek arayacaksın aşkı...
ve inanmadığını haykıracaksın kadınlara... bedenini tatmin etmek günlük heyecenlarla içindeki yangını söndürmek için uğraşacaksın.. ama hiçbir bden merhem olmayacak benim yokluğuma... varlığım seni rahatsız edecek her adımı duyuşunda.. birgün şehir sana dar gelecek şehirler kaçacaksın içine... her çaldığın kapıyı ben a...çacağım ama davet edemeyeceğim seni içeriye... sen nereye gidersen git bana gideceksin...
bana gidişlerin hep öfke dolu olacak. anlamsız sinirleneceksin ben varsam. hep rahatsız edecek seni bedenim. elini tuttuğun kızın elini daha bir sıkı tutacaksın, canın acıdığınddan canımı yakmaya çalışacaksın... benim canım senin kadar yanmayacak şüphesiz... benim bir başka eli tutabilecek olmama inanmayacaksın hiç bir... vakit. anlattığım ilişkiler yalan gelecek sana. emin olacaksın seni çok sevdiğmden..
birgün karşına çıkacağım.. elimi sımsıkı tutan biriyle.. gözlerimin içine bakacaksın... mahalle delikanlısına yakışır türden edebiyatlar parçalayacaksın. sevgisi bu kadarmış diyeceksin beni sevmemiş zaten diyeceksin ben demiştim diyeceksin... elini tuttuğun kıza sarılacaksın bir kez daha. kız bana benzeyecek.. senin canın yanacak..
ben sen neyden nefret ediyorsan ona dönüştürmeye devam edeceğim kendimi sen daha fazla acı çekme diye.... sen ne kadar uğraşırsan uğraş beni güzel hatırlayacaksın... yanımızda yokken insanlar olduğun bir sen var ya hep yalın halinde geleceksin bana....peşine takılmayacak bugüne kadar öğrendiğin delikanlılıklar, mahalle baskıları geride kalacak senin için...
o an başka bir dünyada karşılaşmışız gibi hissedeceksin. sanki ben hep seninmişim gibi.... sonra uyanacaksın... dokunmaya çalıştığın sana ait değil fark edeceksin... en çok senin olması gereken sana ait değil....bunu anladığında dünyan yangın yeri olacak..bir öfke nöbetiyle anlatacaksın ne kadar güzel günler geçirdiğin...i günü birlik ilişkilerinle.. ben gülümseyeceğim senin masum yalanlarına...
gözlerini kaçıracaksın..yalan söylerken gözlerime bakamazsın..sen de fark edeceksin bunu yalanların orada bitiverecek.. sen çıplak kalacaksın bütün krallar gibi. ben saray soytarısı gibi senin benim yüzümden asılan suratını güldürmeye çalışacağım... senin çıplak olduğunu bir ben bileceğim bir ben haykıracağım ya sen en... çok bunu isteyecek en çok bundan kaçacaksın.üzülme ben saray soytarısıyım saray bana ait değil..

23 Eylül 2010 Perşembe

kandırmaca

çokça zamandır yazmıyormuşum öyle diyorlar.. hayret zamandan bahsediyor birileri.. oysa benim için ömür zamansız geçiyor. bugünü bugün yapan sizin salak astrolojinize de salak coğrafyanıza da inanmıyorum. hayat boşluk ve yokluktan ibaret. baktığın yerde gördüğünü sandığın görmek istediklerinden ibaret. düş artık yakamdan zaman. vakit bütün iş vaktin ayarlanması diyorlar.. öyleyse sizin zaman kavramınıza göre benim 23 yaşında bir kız olmam gerekir. ama sizin zaman kavramınız benim ruhumun ait olduğu yaş ile ters düşüyor. öyleyse zaman ruha ait olmayan bir kavram. öyleyse ben ruhtan ibaretsem zaman bana ters düşüyor. o yüzden can ne isterse onu yapıyor....
kandırmaca....

10 Ağustos 2010 Salı

uzun zamandır yazamadım ben sana dünyam.. turuncum özelim güzel rengim...bu aralar bir renk daha var içimize katılan, tertemiz,saf, özel... ama yasağım ona cennetteki meyve misali...
korkuyorum rengim kaybetmekten korkuyorum bu kez, uzak duruşumda bundan, vazgeçişim de..
ama kızmazsan rengim bir şey itiraf edeyim sana : senden bile vazgeçebilirim onun için...
nasıl bu kadar kısa sürede böyle çoğaldı içinde diye sorma bana... bak asla dediklerimi yaptırmıyor mu bana...yazamıyorum rengim onu düşünmekten yazamıyorum... onu sevmekten yzamıyorum.. yapamıyorum rengim.. içim sevda doldu... korkuyorum.. ben onun için cennetteki yasak meyveyim... koparsa beni dalımdan diye çok parlağım bu aralar ya korkuyor işte....ben onun için cennetteki yasak meyveyim... koparsa bir dert, koparmasa acı...

18 Temmuz 2010 Pazar

Karpuz

Evet bütün suç karpuzun.. beni delirtip 3 yane sakinleştirici hap içmeme sebep olanda o teyzeme tabakları kırdırıp kolunu kestiren de o.. Dayımın hiç suçu yok.. Bütün suç karpuzun...
Her zaman yaptığımı yapıyorum yine araçları suçluyorum nasıl olsa itiraz edip sinirlerimi daha fazla bozamazlar... O yüzden bütün suç karpuzun....

27 Haziran 2010 Pazar

Uçurtma


Senin şehirlerini merak ediyorum bugünlerde ve senin şiirlerini...
Sanki bütün şehirler gizemini yitirmiş gibi. Merak kediyi öldürür oysa, insana bir zararı yok diye bir algıya varmıştım çocukken...Şimdi algılarımın değişimine gülmekteyim usulca, köşe başından bakarken çocukluğuma...Aynı çocuk kahkahasını atabilir miyim diye düşlerken, çocukken hiç kahkaha atmadığımı fark ettim... Aynı köşe başından bakarken çocukluğuma, çocukluğumun bile başka çocuklara köşe başlarından bakışlarla geçtiğini farkettim. Farkındalığın can yaktığı çok olur. Acıyan yanları kalbin turuncu mezarlarda soğutulur...
Şimdi senin şehirlerini merak ediyorum.
Hangi caddelerinin nereye açıldığını, hangi iklimlerde üşüdüğünü, neye benzediğini köşe başlarının merak ediyorum...
Şimdi senin şehirlerinde yaşayanları merak ediyorum...
Çok eksik varmış gibi sanki sende de...
Şehirlerin çocukluğuma yakın göz kırpıyor köşe başlarından...
Günlerdir sokağından geçip yanına varamayışım da bundan...
Derin çok derin bir şey var gözlerinde, bundan merak edişlerim şehirlerini...
İçinin hangi kapısını çalmak istesem bir korku nöbeti tutuyor içimi... Kendi gölgesinden korkar ya çocuk...
En çok uçurtmaları özledim oysa..
Belki dedim birgün, bir çocuk gününde uçurtma yapıp uçuralım mı?
Belki bilmediğimiz bir şehirde...

20 Haziran 2010 Pazar

Uç Uç Böceğim


Bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir hikayenin içine dahil etmekten korkuyorum seni..
Çünkü sen hep var ol istiyorum. Uzun zamandır hissetmediğim bir güven duygusu vardı yanında...Güvenmek mi? Neye güvendim yanında? Bilmiyorum. Sen kocamansın sadece...

2 gündür çocukluğumdayım yine.. oturmuşum bahçede böcek arıyorum kendime. Bir tane buluyorum kırmızı. parmağıma alıyorum. bakıyorum seviyorum sahipleniyorum... rengi güzel rengi özel... sonra özgürlüğüne bırakmak için onu ama gitmesini de istemediğimden bir şarkı söylüyorum ona: uuuuç uuuçç böceğim annem sana terlik papuç alacakkk.. o bir süre daha kalsın diye önce bir mırıltı oluyor şarkı dilimde. içimden bu şarkıya rağmen kalmasını diliyorum... yüzüme bakıyor önce sonra geri gelecekmiş gibi uçup gidiyor... ben ardından bir damlada kayboluyorum. ve 2 gündüronu özlüyorum...

uuuuuç uuuuçç böceğim annem sana terlik papuç alacaaaak...

uçma böceğim ya da beni de götür...

8 Haziran 2010 Salı

ÖLÜM

ahh ne güzel bir şeydir o...
sadece uzanmak ve derin soluksuz bir
uyku sadece...
boşluklardan kurtulmuş gibi
soruların cevaplarını bulmuş gibi
cevapları artık önemsemiyor gibi
ve vazgeçmiş gibi soru sormaktan...
kendine yaptığı işkence son bulmuş gibi
uzanmak sadece ve uyumak
soluksuzca..
ahh ne güzel bir şeydir o...

Yazmışım Evvel Zaman İçinde 2

anlatırım her kelimede isyan sanırlar ya değil acı sadece.
Zaten sanrıların bana yol gösterdiği bu gecede
bir şiirim bir cigaram var içime yakın
beyaz yelelerine tutunmak gerek şiirin
ve bırakmak gerek içini kişnesin diye
rüzgara doğru giderse atın ne ala,
uçurum olmasın sakın yönü dizginlerinin
hadi sür atını içine doğru dört nala..

5 Haziran 2010 Cumartesi

Durgunluk

Öyle karışık bir ruh haline sahipken durgunluğun ele geçirmesi bedenimi işin içinden çıkılmaz bir hal almasına sebep oluyor yaşamın.
çok uzun olan bu cümlede anlatılmak istenen: tatildeyim...
gözlerimi kapatıp; istediğim şehrin sokaklarında tanımadığım bir dili tanımadığım insanlarla konuşmak için kullanıyorum...
bütün cümlelerim uzun sürüyor bu aralar yollarım gibi.
bugün bir sokak dolusu insandan kaçmak için kimsesiz bir sokak arayışına çıktım. bulmak zor old. bulunca gülümsedim. gülümseyişim kalabalıktı. ...
ben yalınlığı aradıkça ve bulduğumu sandıkça kendi içimde kalabalıklaşyorum bu kez de..
oysa ne zamandır görmediğim bir dostumu görsem belki de her şey geçer..

28 Mayıs 2010 Cuma

Haklı

herkesin haklı olduğunu söyleyip kenara çekilmek ne asilce bir davranış. Peki ya sonrasında oradan tamda sevginin arkasına saklandığın yerden fırlatmak elmalarını senin masalına inanan insanların kafasına doğru. 3elma düştü sevgiyle sakladığım sevdiğim var dediğim oluruna olsun dedğim birinden sevgimin ardından tam kafama.. 3ü de bana isabet etti.
Şimdi ona bakmak dahi gelmiyoriçimden. İçime aldığım için onu derinime sevgime sardığımiçin onu, en çok da o olmadığı için artık...
nasıl diyordu sloganda : herkes eşit herkes haklı ama bazıları daha eşit bazıları daha haklı.
sen şiimdi kendine daha eşit daha haklı tarafta bir yer edindin ve oradan fırlattın elmalarını. Sonra sarılmak uzak kalır işte bize böyel elmalar hala elimde. Sen fırlattın diye sırf kafama kafama atsanda onları senden gelen kabulumdür diyip aldım sakladım...
biliyorum okuyacaksın bu yazıyı, biliyorum için sızlayacak acaba diye, biliyorum bekleyeceksin sonrasında.
ama o çok konuşan geveze ben sevdikleri işin içine girince öfkesini bir yerlere atıyor işte karşılarına geçip haykıramıyor bir türlü. susup yazabiliyor sadece ya onu da bugünlerde eline yüzüne bulaştırmaya başladı..
böyle işte .....kuş.
susmalı şimdi insan denilen yaratık ve boğmalı kendini içindeki okyanusta, başka deizlerde boğulmadan önce kendi okyanusunda çıkmalı kelimeleri ruhundan...

23 Mayıs 2010 Pazar

Bırakınız Yapsınlar Bırakınız Geçsinler

Bu gece sevgili Adam Amcayı anasım geldi (Adam Smith). Ne güzellemeler dökmüş iktisat üzerine. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler diyor. Ben de tam bu moddayım şu aralar. Hayatı bıraktım ve kadere diyorum gel kader ne istersen yap ne kadar istersen kal neresinden geçersen geç iç şehirlerimin. Kadere karşı tek silahım ise hala içime olan inancım ve umudum. Hayal kurmak ne güzel değil mi hayali hayal olmaktan çıkarmak ise daha da güzelmiş öğrendim. hayat tarafından kadere ait bir mim olarak dünyaya gelişimin bu 23. yılında bakın ne de çok şey öğrendim. kendi hikayesinde kaybolan bir kız, kendi hikayesinde yan karakter belki de bir figüran. kendi hikayesinin çaycısı hatta sadece çay içmek istediğinde insanların aklına geldiği oysa belki de yüzyıllardır orada olmasına rağmen ihtiyaç sonucu fark edilen bir obje, bir ara. ama asla amaç değil. ne çok devrilmiş cümlelerim. çokça zamandır yazmaya korktuğumdan aslında kendimden kaçtığımdan ve burada kendime döndüğümden işte yine bu cümlede başı unutulmuş sonu başka bir yere doğru devam eden bir ... bir önceki cümlemi tamamlamaya yeterli kelimem olmadığından devam ediyorum bir sonrakine.
hayat bozduklarımızdan ibaret. bozulan bir oyuncağı kaybettiğimizi anladığımız an duyduğumuz üzüntü ile oyuncağı bozarken aldığımız zevk arasındaki farkın deltası işte mutlu bir hayat mı yoksa mutsuz bir hayat mı yaşadığımızın açıklaması hem de matematiksel olarak. Şimdi bu yazıyı okuyan sen yazıdan okurken ne umuyordun ya da bitirdiğinde ne okumuş olmayı umuyordun bilmiyorum bunu bilmeden yazıyorum ama farkında olmadan da olsa başlangıçta bitişte bir farkındalıkla son bulan bu yazıda seni önemsediğimiz hissediyorum sayın okuyucu. ve adetim olmadığı üzre bu yazıyı da yayınlarken bir kere daha okuyup verilen tüm tavsiyelere rağmen düzeltmeyeceğim.
neyse Sevgili Adam amca sen ne güzel söylemişsin öyle bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler. ne tatlı bir özgüvendir bu. Sevgiler sana..