16 Ekim 2013 Çarşamba

ANLAMAYANA- ANLAMAYCAK OLANA

Sayfalarca, günlerce yazmanın bile anlamı yoktu artık. sen tercih etmiştin bitmeyi. umudu olmayan birinin davranışı olabilirdi bu ancak. umudun yoksa o büyüyü bozabilirdin. oysa sevmenin umudu olmazdı. sadece severken bulabilirdin kendini. şimdi benden defalarca kez farklı biçimlerde yeniden doğurmamı bekliyorsun seni. her sevgili sevdiğinin rahminde büyür oysa. kalp rahminden doğar aşkın. beklersin, sabredersin. çoğu aşk düşük yapar içinde. kanarsın. çoğu aşk kankaybından öldürür insanı. ölürsün. başka aşklara mezar olur için... sen söylersin o anlamaz, seb seversin o anlamaz, sen ölürsün o anlamaz... önemli değildir de aslında anlaması seni. çünkü seb onsuz sevmişsindir onu. çünkü benim özsuyum sensin sevgili...

AİDİYET

Morfinin panzehirinin morfinden yapılması gibiydi bu. Derdim kendimleydi. Sorunum Aidiyet. Hayatım boyunca bu sorunun peşinden koştum. Hep bu soruda takılı kaldım. Hep bu sorudan kaçtım. Şimdi telefonumun bile saatine bakmıyorum. Ayrılırken ait olduğum bu evi daha yeni kabulleniyorum. Ve bu aidiyette mecburiyetlerimle beraber son buluyor. Gözlerimi kapıyorum. Arabaların gürültüsü… bir yerde bir köpek havlıyor, ben görmüyorum. Görmeden yazıyorum, görmeden yaşadığım gibi. Gözlerim inançsızlığa kapalı. Nefesim kesiliyor. Kendimi dua ederken buluyorum. Dualar dilimden dökülüyor. Ben ağlıyorum. Ağlamanın fayda etmediği zamanlardayım, ağlamak fayda etmiyor. Acı çekenin bahanesi çok olur. Acı kendini çıplak hisseder çünkü, hep bir kılıfa ihtiyaç duyar. Utangaçtır acı. Çekingendir. Ve çok mazlumdur. Kıyamazsın. Acı öyle bir yakar ki seni ne isterse razı olursun. Dersin ki O’nun yüzünden. Ben diye bir şey yoktur acının içinde. Sen vardır biraz belki ama genelde O’dur. Belki biraz ıhlamur iyi gelir acıya, bir sıcak su torbası, hafif bir müzik ve bir battaniye. Şımarır bu kez acı. Daha bir yakar seni acına duyduğun merhamet. İyileşir, tazelenir, iyice yerleşir içine. Sonra seni hiç terk etmemeye karar verir. Kimler kimler gitmiştir de acın senden hiç vazgeçmemiştir. Acına bile kıyamıyorsundur sen aslında. Sanki dünyaya kıyamamak için geldin… Bunca kıyımın orta yerinde, en çok da sana kıyarlarken sen kıyamazsın hiç kimseye ve hiçbir şeye. Herkesi anlarsın ve affedersin içinde. Bu kötü gelir bazılarına, bazıları imrenir buna, bazıları anlamaz, bazıları zorlar, sen bazılarına bakarken bulursun kendini. Yaptığının yeryüzüne dağılış biçimi seni O yapar. Bir tek kendine O değilsindir. Unuttun mu acını bile bu yüzden sevdin sen? Şimdi kayıpsın artık. Nereye gidersen git, kimin kapısını çalarsan çal aradığın kendinsin. Özlemek diye bir duyguya isyandasın. Şimdi senin için susma vakti. Kelimelerin tükendi, belki bir cigaran olsa devam edebilirsin. Ama şimdi susma vakti. Bir yudum kahve alıyorum. Sonra bir mum daha yakıyorum. Gözlerim kapanıyor. Uykum var. Gözlerim kapanıyor. Uyuyorum. Muma uzanan elim yanıyor. Kendime doğru kanıyorum. Bütün yangınlar içimde başlıyor sanki. Sanki hiçbir şey başlamıyor. Gözlerimi kapıyorum. Bir cigara olsa diyor iradem bana sesleniyor. Şahsına münhasır bir cigaram olsa şimdi diye zonkluyor beynim. Uyuşmak istiyorum, uyuşsam diyorum en masum halimle kendime, birazcık çok azcık… aklım kendiyle kavga ediyor. Sesim kısık içimde bile duyamıyorum. Acaba diyorum sonra gerekten yaptım mı? Bu sanrıya hep cevap arıyorum. Sanrılarımın çoğaldığı günlerdeyim. Hep sanıyorum. Öyle olmasından emin olmak beni korkutuyor… Bir şeyin net olmasından daha kötü ne olabilir ki? Netlik bitirir her şeyi. Zamanın hangi dilimindeysen o dilimin önemi biter. Beklemek hep güzeldir, emin olmadıkça umudun vardır. Huysuzluğum hep bu yüzden. Ben herkesi emin kılarım kendimden. Nettir insanlar benimle ilgili, o yapmaz, o gitmez, o affeder, o konuşur yine, birazdan geçer siniri… Ama ben sevmem kimse hakkında emin olmayı. Bir gün sevdiğimden ertesi gün nefret etmelerim hep bu yüzden. Hem sonra kediler var bir de. Nerden aklıma geldiler şimdi anlamadığım. Kedi alacaktım evime, birlikte yaşayacaktık. Erteledim, ertelemek büyük bir kibirdi oysa. Ve şimdi ertelenmişliğin bittiği yerdeyim. Bütün yollarım kapalı. Bütün çarelerim tükendi. Zorundayım ve zorunda olmaktan hep korktum. Senin kontrolünde olmayan her şey korkutucudur çünkü. O diye birini bulmak zorunda bırakır seni zorunluluk. O’nun yüzündendir her şey, zorunluluğu yaratan kişi yüzünden. Bu kolaydır… Gözlerimi açıyorum. Ellerim acıyor. Gözlerim ve yüreğim. Keder ve acı doluyum. Her yanım her duygum acı çekiyor. Nefretim bile acıyor içimde. O diye biri var herkesin dilinde. Herkes 3. Bir tekil şahıstan yana dertli. Kimi aldatılmış, kimi aldatmış, kimi ölmüş, kimi öldürmüş, kimi terk etmiş, kimi terk edilmiş. Hepsi O’nun suçu. Herkesin kendine ait bir O’su var zor zamanları için. Ben bulamıyorum. Bütün suçlar henüz işlenmemişken bile benim yüzümden olmuş olabilir. Mesela Afrika’da bir bebek benim yüzümden ölüyor şu anda, aç. Suriye’de bir delikanlıyı benim yüzümden vurdular. Şekillerin hepsi meçhulde, ben bütün olayların failiyim… Gözlerimi açıyorum. Gözlerimi açmanın fayda etmediği zamanlardayım. Sözlerim kayıp, içim dışım önüm arkam soğuk. Buz kesiyorum. Gözlerimi kapıyorum tekrar ve tekrar. Sanki gözlerim kapalı olsa her şey geçecekmiş gibi. Biri zili çalıyor, bir bebek ağlıyor, biri korna basıyor, bir kadın aynı anda orgazm oluyor. Çığlıklar duyuyorum, sebepleri farklı, tonları farklı çığlıklar. Derken sesler anlamını yitiriyor. Derin bir sessizlik. Kimliksiz kişiliksiz bir sessizlik sarıyor etrafımı. Sözlerim kendi çöplüğüne dönüyor. Onlar da beni terk ediyor. Kapanıyorum, cenin oluyorum yeniden, dünyanın karnına sığmanın peşindeyim, içine almıyor beni. Tüm uzuvlarımı kapatıyorum. Akşam oluyor, sabah oluyor, gece oluyor. Ben kayboluyorum. Bilmediğim bir düşünce labirentinde çıkışı arıyorum…

SEVDADANDIR

Bir acı ki sorma gitsin. İnsan unutmayı nasıl başarır? Unutulmuş bir acı var mıdır? Alışırsın acına. Senin bir parçan olur artık. Acımama halini unutur için. Acıya muktedir bir hayattır bundan sonra yaşayacağın. Ne unutursun artık yaşananları, ne gücün vardır acına acı katmaya. Bir sevda türküsü dolanır diline acıyla karışık. Derdini anlatmanın yollarını ararsın. Konuşursun, yazarsın, içersin, ağlarsın. Geçmez… Hiçbir su söndürmez içindeki yangını. İçin talandır, kendini yeniden çiçek bahçesine çevirecek gücün yoktur, bütün kelebeklerin ölmüştür… Midendeki heyecan krampları yerini acıya bırakmıştır. Bir telefon sesi artık her anını acıtır senin. O’ndan gelmeyen bütün telefonlar canını yakar. Bir şans ve bir şans daha ve belki binlerce şans vermişsindir içinde kendine. Ama kederi baştan bellidir sevdanın. Görmüşsündür, en başında aslında acıyacaksındır. Lakin sevdin ya bir kere değişir sanarsın kederin. Sanki yer yarılacaktır birazdan, razısındır beraber girmek varsa yerin dibine. Ölürsün her saniye, defalarca çıkar canın bedeninden. Nefesin yoktur artık. O’nun günahlarını özlersin. Bin cehennem yanmışsındır O’nunla. Bilirsin yanmanın ne demek olduğunu O yanındayken bile. Daha iyi oldulara, hayırlısı buymuşlara sinir olursun içten içe. Daha iyisini istemiyorsundur ki. O’dur istediğin acısıyla. Bundandır katlanışın, bundandır kabullenişin, bundandır bütün razı oluşların. O gittiğinde ki hali sen ezbere biliyorsundur, çıkmaz aklından. Renk yok, ses yok, ışık yok, karanlığı çok. Yokluktasındır. O’nun varlığı ile pek çoklarına göre griye boyanmış dünyan şimdilerde karanlıktır. Ve sen razısındır turuncunu grilere feda etmeye. Kabulündür. Kendini inkardasındır. O’nun uğruna. O’ndan fazla ne varsa hamuruna katılmış parçalayıp dağıtmak istersin. Sevmesin kimse seni istersin, sevmeye bu kadar açken, O’ndan başka senin uğruna çarpan bütün kalpleri hadsiz ilan edersin. Bütün sesler kesilse sana doğru gelen, sussa dünya O bir yerlerde kim bilir ne anlatıyorken sesi gelse istersin. Yankılar beyninde sana oyunlar oynar, sen bütün oyunların perde arkasında sahneyi çoktan O’na bırakmış bulursun kendini. Bir dolu hayranlıkla izlersin O’nu. Bir bahanesi olsun istersin hayatın, bir bahanesi bir tesadüfü olsun da karşılaşalım. Ve bir gün kıyamet duası ederken bulursun kendini, mahşer günü bir kere daha O’nu görmek umuduyla…

KİBİR

Bütün mesele kabullenmekti. Gördüğünden anladığından başka bir şey olmadığını kabullenmek. En zoru buydu. Kendin için istiyordun daha fazlası olmalıydı. İstese yaparların bu yüzdendi. Değiştirmek zordu oysa unutmuş muydun? Değişmek mi? Değişmek büyük bir kibir problemiydi. Her zaman en iyiyi en doğruyu bildiğini sanan biri, bunca yıl böyle yaşayıp, biri olmuş biri, değişimin kibriyle baş edebilir mi? Hep daha fazlasını isterken en azıyla mutlu olmak büyük bir çelişkiydi. Yapabileceklerinin farkında olmak ve bunun verdiği güvenle ertelemek gibi bir problemi vardı. Çoğu kez. Ertelemek ne büyük kibirdi. Yarından emin olmak ve bunca hayatın ortasında hiçbir yere ve hiç kimseye ait olamamak. Hayat zor değildi elbet, ama hafife alacak kadarda zengin değildi… Tek istediği heybesine doldurduklarıyla başladığı bu kitabı bir an önce bitirebilmekti. Yazmaya başladı birden. Hiç durmadan, çıldırmışçasına yazıyordu. Kimsenin O’na ulaşmasına, O’nu bulmasına izin vermeyecekti, kararlıydı bu kez netti. Net olmak hayatta en fazla zorlandığı kavramdı. Çelişkilerle dolu bir ruh hali vardı. Tıpkı göz rengi gibi. Gözleri ela olana hiç dengesizliğinden ötürü kızılır mı? Çelişik bakıyordu hayata, biraz gülse elasının balı çıkıyordu ortaya, hüzün koyultuyordu rengini, ağlamaya görsün yeşilin bin bir tonu… Fark eden olmuş muydu bugüne dek? Çelişikti bu yüzden, hep psişikti. Çok severken nefret etmesi aniden ve nefret ederken uğrunda ölmeye yeltenmesi hep bu yüzdendi. İçinde hiç büyümeyen bir kız çocuğu ve çoktan büyümüş ununu eleyip eleğini asmış iki dişi yaratık büyütüyordu. Bu içindekilerden yalnızca ikisiydi. İkisi de O’ydu ve ikisine de yabancıydı bir yerlerinde. Ruhu ikisini de sevip ikisinden de aynı ölçüde nefret ediyordu. Hayatı kırılmışlıklarla doluydu bu yüzden. Kendine kurduğu bütün hayatlar kırılıyordu. Kırıldığı yerleri de bırakmayıp ardında, katarak heybesine yeni kırgınlıklara doğru bir dolu yükle heybesinde ilerliyordu. Kırılan yerleri daha bir tamir edilemez oluyordu bu yolculuklarda. Ve kırıldıkça ufalanacağı yerde kırıldıkça çoğalıyordu heybesinde. Kırılmışlıkları yeni kadınlar doğuruyordu içinde. Acı içinde hiç O’nu yalnız bırakmıyordu bu yüzden. Oysa tek derdi an’da olabilmekti. An kadar gerçek olabilmek. O anki yaşında, o anki duygusunda, o anki bedeninde. Oysa O ya çok geçmişteydi ya asla gelmeyecek gelecekte. Ya çok dipteydi kimsenin inip de O’nu çıkaramayacağı kadar, ya çok yukarıda kimsenin erişemeyeceği kadar. Arada kalmayı, anda olmayı bir türlü beceremiyordu. Yazmak O’nu çoğunlukla sakinleştirirdi. Yazmak çoğunlukla O’nu anda kılardı. Çok az yazabiliyordu son zamanlarda. Çok az dökülüyordu yazmak kelimelerinden. Ne zaman yazsa ya dünü ya da yarını yazabiliyordu. Yazıya bile kaçamıyordu artık. Başı dönüyor, elleri titriyordu, bir bayılsa rahatlayacaktı. Bir bayılsa bir daha ayılmayacaktı, bir bayılsa an’a kavuşacaktı. Ama direniyordu işte içindeki kadınlar, alıştıkları düzenden kopmak korkutuyordu. Biri beddua ediyordu bir yerlerde, DUYUYOR. Biri gözünün içine baka baka yalancı, GÖRÜYOR. Biri sevdiğini kokluyor, HİSSEDİYOR. En sevdiği en uzağına düşüyor. Binlerce dua binlerce bedduaya dönüşüyor, kendine dönsün diye sırf. Bir tekerlek sesi umut oluyor, aynı anda elveda hatırlatıyor aynı teker sesi. Bir teker sesi, işte diyor işte, içini titretiyor, geçip gidiyor. Bir teker sesi içindeki bütün sesleri bastırıyor. . .

GEŞMİŞİNE- GELMİŞİNE – GELMEYİŞİNE-GEÇMEYİŞİNE

Birinin geçmişini affetmek mümkün müdür? Geçmişine rağmen sevilebilir mi biri? Yoksa gelmişini sırf bu yüzden geçmişini affedemediğimiz birini çok mu sevmişizdir? İkiyüzlülük müdür ki bu? Hangisi dürüstçe? Birinin hayatında varken, O’na hatalar yapıyorken, O’nu kırıp üzüyorken, O’nu hırpalıyorken, geçmişini nasıl yargılayabilirsin ki? Beklemek en büyük kumardır oysa…. Gelip gelmeyeceğinden bir haber beklersin. Gelince ne olacağından bir haber beklersin. Hangisinin acısı daha katlanılır öğrenmek için beklersin. Gelip gidince yine beklersin. O gider sen beklersin. O gelir sen beklersin, ne zaman gidecek diye beklersin, ne zaman gelecek diye beklersin. Senin payına hep bekleme hali düşer, sarı ışıktasındır… sen hiçbir vakit istediğin anlarda olamamışsındır bu yüzden. Pişman olursun, pişman edersin vakitsizliğini… Payına düşene katlanma durumu vurur seni. Kulaklarından gözlerine ateşler düşer. İçin yanar defalarca, farklı biçimlerde aynı acıyla. Bu yangın seni yok edecektir bir biçiminde. Öyle çok yanarsın, bilirsin bu kez doğamayacaksındır küllerinden. Yandıkça acın artar, yandıkça yanarsın… Acı daha da harlar ateşini, yandıkça yanar, yandıkça acırsın, bir kısır döngü… Gözlerin yanmaya başlar sonra, sözlerin yanar. O’na ait ne varsa içinde yanar. O hiç yoktur aslında, sen sadece yanarsın. Yanmayı seçmişsindir bir kere ahir zaman içinde. Aklın başına gelsin diyedir bütün yaşadıkların, aklını yitirirsin, aklın yanar...