26 Kasım 2009 Perşembe

ACI BAL başladım...

Gözlerini açtığında kısa bir an nerede olduğunu düşündü. Gökyüzüne baktı bulutlar Onu hatırlatmıştı. Bir bulutun önünden geçip gitmesi ile göz kırpışı arasında geçen sürede neler olup bittiğinin farkına vardı. Kimdi niye yaşamıştı bunca zamanı o an fark etti. Sanki bulutlar film gibi hayatını şerit halinde gözlerinin önünden geçiriyordu. Korkmuştu. Hiçe benziyordu yaşamı. Orda öylece ne kadar yattığını düşünmedi. Hayatı hep orda öyleceler ile geçmişti. Orda öylece dururken buluyordu kendini her geçen bulutta. Kalkmak istedi. Kalkamadı. Seslenmek istedi bağarsa her şey düzelecekti. Sesi çıkmadı. Küçükken anneannesinin anlattığı karabasan hikâyelerindeki gibi hissediyordu. Bütün vücudu felç olmuş gibi ağarıyordu. Bir koku hissetti dudaklarında. Sanki dudaklarıyla koku alıyordu, gözleriyle duyuyordu… Tadı damağında kaldı kokunun. Bahar yeni gelmişti öyle bir tadı vardı havanın. Kesilmiş çimen kokuyordu. Tadı damağında bıraktı düşünceleri öyleyse birileri geçmişti buradan nasıl görmemişti onu. En son nerede olduğunu düşünmeye karar verdi. Düşünmek! Ürktü en son ne zaman düşünmüştü. Kendine engel olamıyordu. Düşünmekten başka yapacak bir şey olmadığı için mi böyleydi. İçinin acıdığını hissetti. 38 yaşındaydı hatırladığı kadarıyla, belki çok daha yaşlı veya genç bir önemi yoktu. Yaşanmamış bir hayatta yıllar olsa ne olurdu olmasa ne olurdu? Düşünmemişti düşünmenin düşündürmenin ne demek olduğunu bilmiyordu. Yaşamıştı işte. Annesinin bulduğu bir kızla evlenmişti. Babasının uygun gördüğü isimleri koymuştu çocuklarına. Çocukları! Nasıl yetiştirdiğini düşündü onları. Aslında yetiştirmemişti, karısının istediği okula göndermişti, karısının istediği kıyafetleri giydirmişti bayramlarda. Büyük olan oğlu kendi hayatını kurmak üzere gitmişti. Kimseyi suçlayamazdı bunun için. İçten içe ne kadar oğluna özendiğini düşündü hatta kıskanmıştı oğlunu giderken. Kızı annesi gibi evde kadın programları izleyip günden güne geziyordu. Yaşı geldiğinde anneannesinin uygun gördüğü biriyle evlenecekti ve bir nesil devam edecekti böylece. Ürktü. Kendi başlattığı mutsuz hayatlar zinciri boynuna dolanmıştı sanki. Avuçlarının terlediğini hissetti. Hissediyordu. O zaman felç olmamıştı. Gökyüzüne çevirdi kafasını. Geçen bir bulut tokat gibi çarptı yüzüne. Saçlarına nasılda benziyordu bulut dağılırken. İpek gibiydi saçları beline kadardı. Gözleriyle aynı renge boyatmıştı bal rengi. Öyle tatlıydı ki, saçlarında boğmak isterdi kendini o her geçtiğinde gözlerinin önünden. Bilirdi başka hayatlara gidiyordu bal rengi gözleri ve bal rengi saçlarıyla. Kıymetini bilemezdi ki başka dudaklar bu acı balın. Acı mıydı saçları. Peki ya gözleri? Acıydı o anda karar verdi. İnsanın içini yakan acı ballardandı gözleri. Hiç tanımadığı bütün insanları kıskandı o anda. Onu gören bütün gözleri kıskandı. Gözleri yaşlanmaya başlamıştı. Bir ıslaklık sezdi bedeninde. Yıllardır ağlamamıştı ağlayamamıştı. Şimdi yılların öcünü alır gibiydi gözlerinden süzülen tuzlu sular. Kendi denizinde boğabilirdi kendini. Nefesini tuttu. Derinine inemeye çabaladı. Sonra bunun boşa bir çaba olduğunu fark etti. Hiç o kadar derin biri olmamıştı ki en derini bu kadardı. Kalkamıyordu, kıpırdayamıyordu, nefes alıyor muydu onu da bilmiyordu, hiçbir şeyin anlamı yoktu bu andan sonra. Öncesi kaybolmuştu, sonrası belli değildi.

Kapıyı açtı. Kapıcı yine gazetenin arasına koymuştu ekmeği buna sinir oluyordu. Kaç kere uyarmıştı adamı mahsus mu yapıyordu yoksa gerçekten anlamıyor muydu ne dediğini. Acaba garip bir Türkçe miydi kullandığı? Ekmeği tezgâhın üzerine koydu. Kendine harika bir kahve hazırlayacaktı. Suyu koydu. Kanepeye uzandı. Her zaman yaptığı gibi tek terliğini çıkardı sanki bir ayağı yokmuş gibi. Gazetesinin eklerini okurdu önce. Aslında hiç okumamıştı. Resimlerine bakıp geçerdi su ısınana kadar. Isıtıcıdan gelen tık sesi ile kanepenin yanındaki gazeteliğe diğer eklerin üzerine attı bu sabah ekini de. Bir baktı da ne kadar dolmuştu burası atma vakti gelmişti. Amerikan mutfağı vardı evinde bu isimden nefret ediyordu. Söve söve gitti mutfağa. 3 kaşık kahveye 1 kaşık şeker attı. Suyu sakin sakin doldurmaktan hoşlanırdı. Kahvesini içmeden önce koklardı. Yine öyle yaptı. Gözlerini kapatıp kokladı kahveyi. Sonra bunun ne kadar gereksiz olduğunu düşündü. Her sabah bunu yapıyordu ve sonrasında bunu düşünüyordu. Alışkanlık dedi: ALIŞKANLIK ! hayatı boyunca korkmuştu bu kavramdan. Ne kadar çok alışkanlık o kadar çok gidememek demkti. Oysa bir aydan fazla oturmamıştı hiçbir evde. Hiçbir ilişkisi bir haftayı geçmemişti. Devamını yaşamak istemediğini farketti. Devamını konuşmak istemiyordu kimseyle. Hem dünya çok kalablıktı gidilebilecek çok yer vardı. Buna uygun bir işti çalıştığıda yazardı. Yaşayamadığı ama hayalinde kendine ait onlarca kadını vardı. Her tanıştığı erkekte farklı bir kadının öyküsünü yaşarıdı. Hikayelerini böyle yazardı. Ülkenin en iyi yazarlarındandı nobel almıştı. Hangi evde bıraktığını bile hatırlamıyodu. Onun için bütün ilişkiler yeni A4 kağıtlar demekti. Yazabilirdi herşeyi herkesi yazabilirdi. Yazamayanlara şaşırıyordu. Yaratıcının ona neden böyle bir yetenek verdiğini hiç anlayamadı. Anlayamadan da ölecekti. Bugün saçlarını taramadan çıkmaya karar verdi. Bugün canı yazmak da istemiyordu. Bugün evde kalıp kurumuş çiçekleri ile ilgilenecekti. Bavulunun içindeki elbiselerini çıkartıp kendine yeni bir elbise çizecekti. Sonra bulunduğu yerin en iyi terzisine gönderip bu elbiselerden bu yeni elbiseyi dikmesini isteyecekti. Aslında kendi de dikebilirdi pek ala ama ne gerek var diye düşündü. Boşverdi. Hayatında neleri boşverdiğini düşündü. Kahve fincanının içine baktı. Dalga dalga yayılmış bir dalga gördü. Kahvesinin içine tükürdüğünü düşündü. Aynı ucuz otellerdeki akalmış kahvelerin görüntüsündeydi. Kendisine yeni bir hikaye konusu bulmuştu işte. Ucuz otellerde kahveden sorumlu otel bakanı bir kadın. Ne kadar acılı bir hikayesi vardı. Gülümsedi acıdan keyif alıyordu. Bu kahveden sorumlu otel bakanının başına neler neler getirecekti çok adi olduğunu düşündü. Bu kadın evli olsundu ve yasak da bir aşk olmalıydı hikayede kör bir adam o da evli. Düşündü bir an acaba körler eşlerini aldatır mıydı? Bu onun romanıydı her şey mümkündü. Tekrar kahvesinden bir yudum aldı bu sefer daha çok tükürük bıraktı kahveye. İrkildi. Bardak elinden düştü. En sevdiği fincan kırılmıştı. Bu önemli değildi. Gördüğü şey ruhunu paramparça yapmıştı. Elleri terledi…..

Hiç yorum yok: